Kıl çadırlar ve Yavu Köyü Yaylaları

Yayla kelimesinin sözlük anlamı “Yazın hayvan otlatma ve dinlenme yeri olarak kullanılan, tabiat şartları yüzünden genellikle kışın terkedilen oturulmaya elverişli yer” demektir. Geçimini büyük ölçüde hayvancılıktan sağlayan köyümüzde eskisi kadar olmasa da yaylacılık yapan tek tük ailelere bu gün bile rastlanmaktadır. Yaylacılık, hayvan yetiştiren kişilerin yetiştirdikleri hayvanları daha iyi doyurabilmek için otlak arayışlarından doğmuştur. İlkbahar bitip yaz ayları başladığı zaman nisbeten daha alçak yerlerde bulunan köy civarında otlar kurur ve azalır, sürülerin ihtiyacını karşılayamazdı. Yaylalar ise daha serin yerler olduklarından taze ve bol ot barındırırlardı. Özellikle köyde harman kaldırılıp işler azalınca yaylanın yolu tutulur, havalar soğuyuncaya kadar orada kalınırdı. Kışın hayvanların kaldıkları nisbeten sıcak iklimli yerlere ise kışla denir ve hayvanlar kışı burada geçirirlerdi. Yaylalar ve kışlalar büyük çapta hayvancılık yapan sürü ve davar sahiplerinin vazgeçilmez ihtiyaçlarındandı. Yöremizde, bir zamanların en çok hayvan yetiştiren kişileri olarak bilinen dedelerimiz, bu ihtiyaçtan dolayı pek çok yayla ve kışla edinmişler, Yavu köyü sınırlarından taşarak kilometrelerce uzakta başka köylerin arazilerinde bulunan yayla ve kışlaların sahipleri olmuşlardır. Günümüzde bile Yavu köylülerin Yeniceköy sınırından Akkaya dağlarına, Kös Dağı’ndan Çatak köyü içlerine ve oradan da Ulugürgen yaylalarına kadar olan çok geniş alanda; yaylaları, kışlaları ve tarlaları hâlâ mevcuttur. Benim bildiğim yayla ve kışlalar şunlardır: Yaylalar: Ulugürgen, Ortadağ, Karagöl, Garaoğoz (Karaoğuz), Karatepe, Kise Gölü, Serdaroğlu Yaylası(Kös Dağında), Dipyayla, Büyük ve Küçük Seki. Kışlalar : Kemirağal (Kemirağıl), Avluğun Tepe, Iklıcak, Goldacuk, Dikmendibi, İçmesubayırı, Suludere. Yaylada Hayat ve Kıl Çadır : Yavu köyü yaylalarında ve kışlalarında insanların barınabilmesi için ağaçtan ve tahtadan yapılma ahşap evler olurdu. Ev bulunmayan yerlerde ise kıl çadırlar barınma ihtiyacını giderirdi. Keçi kılından dokunarak dikilmiş bu çadırlar yağmura ve rüzgâra karşı son derece dayanıklıydı. Ne kadar yağmur yağarsa yağsın problem olmaz, yağmur suları çadır yüzeyinden kayarak akar gider, içeriye bir damla bile yağmur suyu giremezdi. Çadırın iç tarafının kenarları, adına “çığ” denen bir metre yüksekliğinde çubukların iplerle birbirine bağlanmasıyla hazırlanmış parmaklıklarla çevrilir, onun üzerine de yine keçi kılından yapılma çullar örtülerek kapatılırdı. Böylece çadır içine dışardan evcil hayvanların, yabani hayvanların, sürüngenlerin ve zararlı böceklerin girmesi önlenirdi. Çadırda bir evde bulunması gereken kadar olmasa da günlük ihtiyaç için gerekli her türlü ev eşyası bulunurdu. Yataklar yünden yapılma ve katlanabilir olduğundan gece serilir, gündüz kaldırılarak bir köşeye üst üste yığılırdı. Böylece çadırda fazla yer kaplaması önlenmiş olurdu. Tek gözlü çadırın içi geceleri yatak odası, gündüzleri oturma odası işlevini görürdü. Yaylalar su kaynaklarına yakın yerlerde bulunduklarından bazan geceleri sivrisinekler gelerek insanı rahatsız ederdi. Kıl çadırda sivrisineklerden korunmak için alınan önlemde ilginçtir. Gündüz çevreden kurumuş hayvan tezekleri toplanır, öbek öbek çadırın dış kenarına dizilirdi. Akşam olupta hava kararınca bu tezekler yakılırdı. Tezek dumanından dolayı sivrisinekler çadırlara yaklaşamaz, böylece geceleri deliksiz bir uyku uyumak mümkün olurdu. Yayla ve kışlalarda davar barınaklarının kapalı olanlarına “kôm”, üstü açık olanlarına “ağıl” adı verilirdi. “Kôm”ün duvarları tepe yamaçları biraz oyulduktan sonra moloz taşların üst üste konmasıyla yapılır, yapı duvarları bittikten sonra çatısı ağaç ve tahtalarla kapatılırdı. Yapının üstü ekseriya düz olur ve bir karış kadar killi toprak dökülerek sıkıştırılır böylece su sızdırmaz hale getirilirdi. “Kôm” önündeki ağıllar ise davar sürülerinin barınması için yapılan üstü açık etrafı çevrili alanlardı. Kuru havalarda davar sürüsü ağılda yatar, yağmurlu havalarda “Kôm” e sokulurdu. Her ne kadar günümüzde Yavu köylü bazı aileler kışlalarda hayvan besleyerek hâlâ eski geleneklerini sürdürmeye çalışmakta iseler de, o canlı ve hareketli yaylacılıktan eser kalmadığı bir gerçektir. Uzun yıllar önce yaylaların terkedilmesiyle tarihi kıl çadırlar kesilerek çuval yapılmıştı; sanıyorum şimdi o çuvalların hiçbiri ortalıkta kalmamıştır. Sene 1980 li yıllar. Ankaradan Antalya’ya yeni taşınmıştık. Ankara- Antalya arasında otobüsle gidip gelirken otobüsün penceresinden Toroslar’da yaşayan yörüklerin çadırlarını görür, Yavu köyünde yaylada kaldığımız kıl çadırları içim burkularak hatırlardım. Bizim kaldığımız çadırlarla yörük çadırları arasında hiç fark yoktu. Hayvan yetiştirmenin kârlı bir iş olduğu günümüzde hayvancılıkla uğraşanların yeniden yaylalara ihtiyaç duyması kaçınılmazdır. Bu ihtiyaçtan dolayı yaylalarımızın tekrar eski canlılığına kavuşabileciğini düşünmekle birlikte Yavu köylü pek çok ailenin köylerini terk ederek şehirlere yerleşmesi gerçeğini de hatırlayarak pek ümitli olamıyoruz. Ama, gönül istiyor ki dedelerimizden bize miras kalan yaylalarımız terkedilmesin ve yine o eski günlerdeki canlılığına kavuşsun.

Bu yazı www.yavumuz.com da yayınlanmıştır ve yazarı Mürsel Sümer’dir