
KIL ÇADIRIN, KARA ÇADIRIN YEGANE TEMSİLCİSİ-KIL KEÇİSİ
KIL ÇADIRIN, KARA ÇADIRIN YEGANE TEMSİLCİSİ
KIL KEÇİSİ
Kıl Keçisi (Kara Keçi)

Atatürk, ”Arkadaşlar gidip Toros dağlarına bakınız; eğer orada bir tek Yörük çadırı görürseniz ve o çadırda bir duman tütüyorsa, şunu çok iyi biliniz ki, bu dünyada hiçbir güç ve kuvvet bizi asla yenemez’’demiştir.
Atatürk’ün Yörüklerle ilgili bir sözü daha var:
“İnsanlık, eski Mısırlarıyla, Yunanistanlarıyla, Romalarıyla ve bunlar bütün bedii eserleriyle ayağa kalksa ve başlarında bugünün kendi verimleri olan bütün medeniyeti, musıkîleriyle, şiirleriyle, sanatlarıyla ve bütün eserleriyle gözümün önüne dikseler, dikilseler.., benim gözüm, benim duygum, benim sevgim, yine ıssız dağlar başında yanık kavalını üfleyen, yarım çarıklı Türk çobanındadır.”
Keçilerin Kralı Kıl Keçisi
Ormanların kralı aslansa,keçilerin kralıda kıl keçisidir.Kıl keçisi düşmanları belki gerçeği görürler
Kıl Keçisi Türkiye’de en yaygın olarak yetiştirilen keçi ırkıdır.Türkiye’deki mevcut keçi sayısının % 80 den fazlasını kıl keçisi oluşturur. Halk arasında kara keçi olarak da bilinir.Masrafsız Keçi yetiştiriciliği yapmak isteyen çiftciler kıl keçisini tercih etmektedirler.
Dağlık ve tepelik yerlerde yetiştiriciliği yaygındır. Kılkeçi, sıcak ve soğuka toleranslı yağsız ve yüksek aromalı et veren, makiliklerden iyi yararlanabilen, hastalıklara mukavim, dayanıklı, uzak mesafelere iyi yürüyebilen süt ve et verimi yeterli, yüksek kalitede deri veren iri vücut yapılı bir keçi ırkıdır. Anadolu’nun iklim, çevre ve yetiştirme koşullarına dayanıklı iyi adapte olmuştur.
Kıl keçilerinin vücut rengi genellikle siyahtır. Ancak gri tonları ile kahverengi ve alaca renklerde rastlanır. Hem keçiler hem de tekeler büyük çoğunlukla boynuzludur. Kıl keçilerinin her iki cinsiyetinde de sakal vardır. Kulaklar genellikle uzundur ancak, daha kısa kulaklı olanlar da vardır.
Kıl Keçilerinin Verim Özellikleri
Kıl keçiler kombine verimli bir milli keçi ırkımızdır. Yetersiz bakım ve besleme ile her türlü iklim koşullarına çok iyi uyabilen dayanıklı bir ırktır. Döl verimi iyi bakıldığında,çiftleşme öncesi keçileri enerji ağırlıklı yemlerle beslenir,vitamin ve minarel maddeleri verilebilirse. Bir doğumda1-1.5 oğlak elde edilir. Laktasyon süreleri 180-235 gün ve laktasyon süt verimleri 100-130 kg arasındadır. Sütteki yağ oranı %5-5.5 arasındadır. Keçilerde canlı ağırlık 45-65 kg, teklerde 60-90 kg’dır. Kıl verimi teklerde 1-2 kg, keçilerde 0.5-1 kg arasındadır.
İyi bakılan ve seleksiyon (eleme) yöntemi uygulanan sürülerde kıl keçisi süt verim ortalaması 2 lt. ye ve oğlak sayısı keçi başı 1.5- 2.0 kadar ulaşabilmektedir.Saanenlere gösterilen bakım ve beslemenin yarısı kıl keçilerine gösterrilse kıl keçilerinde çok daha yüksek verimlere ulaşmak mümkündür.Araştırdıkça kıl keçisiyle ilgili bir çok süpriz verim değerlerine ulaşılaçaktır.
Caramba mix,caramba,flora k,flora s yem bitkileri kıl keçilerinin et ve süt verimini yükseltmede adeta bir doping rolü üstlenmektedir.Çiftcilerimize bu yem bitkisi çeşitlerini ekmeye davet ediyorum.
Kıl keçilerini hiç bir keçi ırkıyla melezlemeden düzenli olarak 25 keçiye bir teke hesabıyla akrabalığı izin vermeden başka sürülerden daha önce hiç kullanılmamış teke temin ederek,doğaçak oğlaklarda yüksek verimlere ulaşmak mümkündür
Sütteki yağ oranı bakımından ve süt kalitesi yönünden mükembeldir.Türkiye’de keçi ırkları arasında süt yağ oranı bakımından 1.sıradadır.Sütü bebek maması imalatcısı firmalar ve mandıracılar tarafından tercih edilmektedir.İyi bakım besleme şartlarında Kıl Keçileri çok daha yüksek süt ve et verimlerine ulaşabilmektedir.Bu güne kadar seleksiyon ve kendi arasında ıslah çalışması yapılmaması Türk Bilim Adamları olarak bizim büyük eksikliğimizdir.
Kıl Keçileri kötü bakım besleme şartlarında ve zor tabiat koşullarında hayatta kalma yetenekleri mükembeldir.Kara Keçi hiç ilave yem vermeden dahi et ve süt verimini devam ettirebilen dünyadaki yegane keçi ırkıdır.Kıl Keçisinin makilik alanlarda çalı ve otlarla beslendiği göz önüne alınırsa,kıl keçisinin eti ve sütü tamamen organiktir.Organik hayvansal üretim yapmak isteyenlerin kıl keçisi yetiştiriçiliğine yönelmeleri doğru bir seçim olaçaktır.Kıl keçisi sahibine en çok kazaç sağlayan keçi ırklarımızdan biridir
Kıl Keçilerinin kötü bakım besleme şartlarında,saanen Keçi yetiştiriçiliği yapılsa herhalde hayatta bir tek saanen keçisi kalmayaçaktır.Aslında en az masrafla en çok verime ulaşılan keçi yetiştiriçiliği kıl keçi yetiştiriçiliğidir.Masrafsız karlı bir keçi yetiştiriçiliği yapmak isteyenler kıl keçisi yetiştiriçiliğine yönelmeleri gerekmektedir.Kıl Keçisi etinin,kolestrol oranı düşük yağsız lezzetli bir ete sahiptir.
Kıl keçilerini,Honamlı Keçisi,Etçi Boer Keçisi,Sütcü Halep Keçileri,Kilis Keçisi ve Kaşmir Keçileriyle melezlenerek verimlerini yükseltmek mümkündür.Ama en önemlisi saf olarak Kıl Keçisi Yetiştiriçiliğinin yapılmasıdır.Şuan Kıl Keçisi de Tiftik Keçisi gibi nesli tükenme tehditi altına girmiştir.Derhal Orman Bakanlığının Kıl Keçisi politikası gözden geçirilmelidir.
Kıl keçisi(kara keçi),honamlı keçisini yok pahasına satma.Orman Bakanlığı ve bağlı kuruluşlar Kıl Keçisi ormanı yok ediyor diye yörüklere ormanı yasaklamaktadır.İdddaları bilimsel temelden yoksun,gerceklerle uzaktan yakından alakası yoktur.
30 metrelik devasa ağaçları keçimi yedi,yoksa sizmi topluca kesip orman sahasını dozerlerle sürüp,tüm biyolojik çeşitliliği yok mu ettiniz ? meyilli arazilerde tüm topraklar erezyonla akıp gitti denizlere,göllere.
Ormanın bahcıvanı keçiyi suçladınız
Ormanın yangıncısı kara keçiyi suçlu ilan ettiniz
Ormanın fidancısı kıl keçisine demediğinizi bırakmadınız.
Ormanın gönüllü gübrecisini hedef tahtasına koydunuz
Ormanda tırnaklarıyla erezyona mani olan kıl keçisinin ekosistem üzerindeki olumlu yönlerini gözardı ettiniz
Her şeyi organik olan fakir besleyen kara keçinin soyunu kesmek mi hedefimiz.
Torosları bekleyen yiğit yörüklerin bölüçü teröristleri yıllardır Toroslara bastırmadıklarını niçin düşünmezsiniz
Makilik çalılıklarla beslenen kıl keçisinden elinizi çekiniz.Köyden kente göçü teşvik etmeyiniz.garibanların elinden ekmeğini almayınız.
Madem bu hayvan zararlı niçin yüce yaratıcı yarattı tarihin derinliğinden beri bu dağlar ve bu keçi birlikte barış içinde bu güne kadar geldi,ormanlar yok olmadı da bu gün mü yok oldu.
Ormandan kaçak kesim yapanların,orman hırsızlarının,tarla açanların,ormanı talan eden arazi mafyasının,ormanı küle çeviren yangınların faturasını kıl keçisi ve yörüklere niçin çıkarılır anlamış değiliz.Çobanlar eğitin,kazançlarını artırın,elinden baltasını,keskisini alın ama keçisini değil.
Niçin keçi yetiştiriçisine yem bitkisi tohumlarını ve ot balyalarını üçretsiz vermezsiniz.
Kıl keçisi-kara keçinin rengiyle uğraşırsınız.Saanen Keçisi ormanı yok etmez,Kıl Keçisi orman düşmanıdır,safsatasının arkasına sığınırsınız.Keçi ormanı yok etmez insan yok eder.Geçmiş medeniyetlerin yok ettiğ ormanların,Timurun yaktığı ormanların faturasını bile Kıl keçisine kesiyorsunuz.Ağaç yetişme imkanı olmayan yüksek rakımlı bozkırların hesabını dahi,kara keçiden sorarsınız.Tarih boyunca ısınmak için,tarla açmak için ve madencilik için kesilen ağaçların suçlusu olarak,Kıl Keçisini hedef gösterirsiniz.
Sakın ha Kıl keçilerinizi satmayın birlik olun.Tarlanıza yem bitkisi ekin, ki rahat edesiniz.
Milli Keçi Irkımız Kıl Keçisi kendi ana vatanında itilip kakılmakta adeta Ülkemizde istenmiyen hayvan ilan edilmiştir.Ormanı kıl keçisi değil,insan yok ederken,fatura zavallı kara keçiye kesilmiştir.Bu hayali suçlamaya Türk Milletinin inanması istenmektedir.Halbuki makilik alanlarda çalı ve ottan başka şey yemiyen kıl keçisi,nasıl oluyorda 30 metrelik devasa ağaçları devirip yiyor diye kimse sormamaktadır.Dünyada kendi hayvan ırkına bu kadar hor hakir davranan bir millet bizden başka yoktur herhalde.Tabiatta ekolojik denge için olmazsa olmaz olan Kıl Keçisi kendisine sahip çıkaçak bilim adamları aramaktadır.Orman Bakanlığını yanlış Kıl Keçisi politikasını gözden geçirmeye davet ediyoruz.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün tarımla ilgili sözleri
Çalışmadan, yorulmadan ve üretmeden rahat yaşamanın yollarını aramayı alışkanlık haline getirmiş milletler, evvela haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini, daha sonra istikballerini kaybetmeye mahkumdur.
—Milletimiz çok büyük elemler, mağlûbiyetler, facialar görmüştür. Bütün olanlardan sonra yine bu topraklarda bulunuyorsa bunun temel sebebi şundandır: “Çünkü Türk çiftçisi bir eliyle kılıcını kullanırken, diğer elindeki sapanla topraktan ayrılmadı. Eğer milletimizin büyük ekseriyeti çiftçi olmasaydı biz bugün dünya yüzünde bulunamayacaktık.”
1923
-Millî ekonominin temeli ziraattır. Bunun içindir ki, ziraatta kalkınmaya büyük önem vermekteyiz. Köylere kadar yayılacak programlı ve pratik çalışmalar, bu maksada erişmeyi kolaylaştıracaktır.
1937
Keçi Orman Düşmanı Değilmiş
ÇANAKKALE- Mehmet Bayer- Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi`nde (ÇOMÜ) yapılan bir araştırmada, keçilerin en çok otu sevdiği belirlendi.
ÇOMÜ Ziraat Fakültesi Zootekni Bölümü Araştırma Görevlisi Dr. Cemil Tölü, TÜBİTAK tarafından desteklenen projesinde, keçilerin beslenmek için nereleri tercih ettiğini araştırdı.
Dr. Tölü, AA muhabirine yaptığı açıklamada, proje kapsamında, Gökçeada, Malta(Maltız) ve Türk Saanen keçilerini buğday merası ile fundalıktan oluşan bir merada otlatıp, gözlemlediğini söyledi.
Keçinin “orman düşmanı“ ilan edilmesiyle, 1970`li yılların başından bu yana keçiciliğe karşı sistemli bir bitirme kampanyası sürdürüldüğünü savunan Tölü, “Halbuki yine öteden bu yana keçiyi ve keçiciliği iyi tanıyan çevreler, keçinin orman zararlısı olmadığını, insan faaliyetlerinin ormana zarar verdiğini dillendirmişlerdir“ dedi.
Dr. Cemil Tölü, otlama davranışı gözlemleri sonucunda tüm keçilerin tercihlerinin öncelikle buğday merası olduğunun anlaşıldığını ifade ederek, “Buğday meraları yararlanılamayacak derecede kuruduğunda ise bu hayvanlar beslenmek amacıyla, birçok çiftlik hayvanı türü tarafından etkin olarak kullanılamayan fundalıklara yöneliyor ve buralardan son derece iyi bir biçimde yararlanıyor“ diye konuştu.
PROJEYLE YARGILARIN GEÇERSİZ OLDUĞU KANITLANDI
Projeye konu olan keçi ırklarının farklı otlama davranışları sergilediklerini ve “ormana zarar vermeyen keçi“ olarak lanse edilen Saanen keçisinin diğer keçi ırklarına göre daha fazla fundalıklara yöneldiğini belirlendiğini anlatan Tölü, “Bu durum gayet normaldir. Saanen keçisinin cüssesi daha büyük ve süt verimi de yüksektir. Dolayısıyla daha fazla besin maddesine ihtiyacı vardır. Eğer siz bu hayvanın gereksinimlerini karşılamazsanız, bu hayvan yiyebileceği her şeye ulaşmaya çalışır“ diye konuştu.
Tölü, projenin toplumda söylenen “keçi her otu bırakır, çalıya ya da ağaca koşar“ yargısını geçersiz olduğunu kanıtladığını bildirdi.
Basından alıntıdır.
Yörükler Keçilerinden Vazgeçmiyor
Toroslar`da yaşayan Yörükler Çevre ve Orman Bakanlığı`nın 2012 yılına kadar kademeli kıl keçisi indirimine karşı çıkıyor. Yörükler, Bakan Veysel Eroğlu`nun bu kararından vazgeçmesi için imza kampanyası başlattı.
Toros Yörükleri Kültür ve Diyalog Derneği(TOYÖKÜD) Başkanı avukat Mücahit Gündoğdu, bakanlığıın 2 yıl önceki uygulamaya koyduğu `Ormanlık ve Kırsal Alanda Keçi Yetiştiriciliğini Azaltma Projesi`ni yanlış bulduklarını belirtti. Toroslar`da kıl keçisinin doğanın bir dengesi olduğunu ve bu bitirildiği takdirde ekolojik dengede bozulma olacağını savunan Mücahit Gündoğdu, `Kıl keçisinin ormanlık alanlara zarar verdiği` görüşünü gerçekçi bulmadıklarını kaydetti. Toroslar`da makilik alanlarda küçük çalıların yıllık tımarını kıl keçilerinin yaptığına dikkat çeken Gündoğdu, ekosistem zincirinin bozulması halinde milyar dolarla harcayarak çevre sorunlarına çözüm aranacağını dikkat çekti. Gündoğdu, `Bakanlığın, 2012 yılına kadar 6 milyon 200 bin kıl keçisini 2 milyona indirme projesini yanlış buluyoruz. Kıl keçileri ormanlık alanların zarar vericisi değil, koruyucusu. Yetiştiricilikte tavsiye edilen Saanen keçisi Toroslar`a uygun bir keçi türü değil. Saanem keçisinin anavatanı İsviçre Alp dağları etekleri. Ayrıca, Toroslar`da kıl keçisi yetiştiriciliği bin yıllık göçebe Yörük kültürünü temsil ediyor. Asırlarca dağlarda ve yayla otlaklarında göçebe yaşayan insanları sizi gelin şehre hapsedelim demek yanlış bir düşünce. Sayın Bakanımız Eroğlu`ndan bu kararını yeniden gözden geçirmesini istirham ediyoruz.` diye konuştu.
İmza kampanyalarının 31 Aralık`a kadar süreceğini belirten Gündoğdu, 40 gün sonra toplanan imzaların başta Cumhurbaşkanı Abdullah Gül olmak üzere TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu ile diğer siyasi parti liderleri ile Antalya, Mersin, Adana, Kahramanmaraş milletvekillerine göndereceklerini belirtti. Gündoğdu, Antalya bölgesinde 2 yıl içinde 122 ailenin kıl keçisini azaltmak zorunda kaldığını ifade etti.
Kıl keçisi yetiştiricisi Mehmet Keskin, 2 yıl içinde 550 keçiden 70`e düşürmek zorunda kaldığını ifade etti
Türklerin ve Keçilerin Özgürlük Yürüyüşü
Çenenin altında bağlanmış Anadolu tarzı başörtüsünü onlarda gördüm. En küçük kız çocuklarının bile başı örtülüydü. Lakin Aydıncık’ın bir bu tepesine bir öbür tepesine kurdukları çadırlara bizi günün ve gecenin her saati misafir ediyorlardı.
Genç kızlar, gelinler veya obanın en büyük hanımı, bize mangal ateşi üzerinde çay, sac üzerinde ekmek, onun içinde keçi peyniri sunuyordu. Bizimle gülüyor, eğleniyorlardı. Hatta öğrendik ki, aramızda bir kadın misafir olmasaydı, obanın en yaşlısı, en açık saçık öykülerle bize hayatı anlatacaktı.
Sarıkeçililerin arasında bir hafta sonu geçirdim. Son yürüyüşçülerimizi görmek istedim. Onların, develerini ve keçilerini vahşi çığlıklarla çağırmasına, sürülerini derlemesine tanık oldum. Bu yıl ikincisini düzenledikleri Sarıkeçililer Festivali’nde küçük de bir konuşma yaptım.
Aydıncık sahilinde kurdukları kıl çadırlara gelen misafirlerini ağırlıyorlardı. Ama küçük ağaçlara, çadır direklerine astıkları kartonların üzerinde yakınmaları vardı. İsimlerini belki yürüdükleri için almışlardı; Yörük’tüler, yürüyen son Yörük, ama artık yürümeleri istenmiyordu. Karaman Tarım Müdürü, imzalı mühürlü bir yazı göndermiş ki hangi çadırın hangi adresine orasını bilmiyorum, bu yazıda Karaman’a gelmeyin deniyordu.
Aşağılanan keçi Ben konuşmamda dedim ki, ”size yürüyün ya da yürümeyin kimse diyemez. İstanbul’dan gelen ben de diyemem. Ama eğer yürürseniz, sevinirim. Çünkü sizin yürümenizi istemeyen güç, dünyanın doğasını yok eden güçtür. Siz eğer yürüyemezseniz, dünya bir umudunu daha yitirecektir. Hatta Türkiye için bu yitim daha büyük olacaktır.”
Sonra obalarda Sarıkeçililerle konuştum. Keçilerinin ve kendilerinin aşağılandığından söz ediyorlardı. Yine de, Türk bayraklı bir başörtü takan Yörük derneğinin başkanı Pervin Çoban Savran başta olmak üzere, hepsi de barışçı insanlardı. Öfkeleri yoktu. Ülke, bayrak sözcüklerinin yanına, özgürlük sözcüğünü de koyuyorlardı o kadar. Özgürce yaşamak istiyoruz! Bütün istedikleri buydu. Yerleşik olmaya gönülsüz de olsa razıydılar ama kendi istekleriyle ve arzuladıkları şekilde olursa. Develerinden ve keçilerinden kopmadan bunu başarmak istiyorlardı.
Doğası yok edilen dünyanın ve Türkiye’nin dağlarında bir mucizeydiler aslında. Ama bu mucizeyi yazık ki anlamayan idareciler var. Bu mucizeyi korumak, onları yaşatmak boynumuzun borcu olmalı, böyle hissetmeli. Sonra da Türkiye’nin gençlerini, doğasını unutmuşları, dünyayı, onların bu yürüyüşünü, henüz iki yıldır yaptıklarını şenliklerini görmeye çağırmalı. Daha geçen ay, Tar Çölü’ndeki festivale, oradaki halkın geleneksel yaşantısını görmek için gitmiştim. Benim gibi binlerce yabancı gezgin, ABD’den, dünyanın başka yerlerinden Hindistan’ın bu uzak köşesine gelmişti.
Uygarlığa davet Yitirdikleri bir duyguyu, özgürlük duygusunu, doğayla bir arada yaşama duygusunu doğrudan hissetmek için gelmişlerdi. Bizim aşağıladığımız develere binmeye çalışıyorlardı.
Biz ise kendi özümüzü, ortak bilinçaltımızı, kendi masalımızın canlılarını öldürüyoruz. Onlar yürümeseydi biz olmazdık. Doğanın son yürüyüşçüleri de yok olduğunda biz olacak mıyız sanki?
Bu sorunun cevabını Pervin Çoban Savran vermişti, bu sütunların kenarında bulacaksınız. Bir de Yörükler yok edilmek istenen keçilerini nasıl anlatıyor onu okuyalım yandaki sütunlarda ve Sarıkeçilileri, yok edici uygarlığımıza ondan sonra davet edelim. Sarıkeçililerin bu ayın son haftasında başlayacakları yürüyüş durdurulacak mı durdurulmayacak mı? Bu sorunun yanıtı, Türkiye’nin kendi öz kültürüne ve doğasına sahip çıkıp çıkmayacağının da yanıtı olacaktır.
Keçiye methiye Keçi biterse, Yörük kadınının, çula, kilime, heybeye, golana nakşettiği desenleri, aktardığı hayalleri de yok olur. Yörük kadını, sevincini, üzüntüsünü, hayallerini anlatamaz. El sanatlarımız kaybolur.
Keçi biterse, sırrına erilmemiş hastalıklar ortaya çıkar. İnsanlar farkında olmasalar da, Keçinin yediği otlardan şifa bulurlar. İnsanların, kimyaotundan hastalıkları gider. Adem, ya da, oğulotundan ömrü uzar; kekik otlarından, gribe, soğuk algınlığına karşı dirençli olur; yediği çalı yapraklarıyla daha sağlam olur. Eğer keçi biterse hastalık türleri daha da çoğalır.
Yaylalarda ve ormanlarda yaşayanlar, mantarların ve otların zehirlisini, zehirsizini, şifalısını, keçinin yediği otlara bakarak belirler ve pişirip yerler. Keçi yok olursa zehirlenmeler artar, şifalı otlardan faydalanma azalır. Astımdan, alerjiden, öksürükten, egzamadan, kansere kadar pek çok hastalığın tedavisi zorlaşır.
Keçi biterse, damak tadı kaybolur. Keçi sütünün ve keçi sütünden yapılan dondurmanın, çökeleğin, peynirin, keçi etinin kaybolması, damak tadının kaybolması demektir. Yurt dışından ithal edilirse, hem dışa bağımlı oluruz, hem de insanın beslenmesiyle yaşadığı yer farklı olduğundan, geleneksel tat alınmaz, hem insanın kimyası bozulur, hem de ülkemiz döviz kaybeder.
Ağaç ve meyve yetiştirenler, ağaçların yaprakları daha gür, gövdeleri daha büyük olsun, daha çok meyve versin diye keçi sarması dökerler. Bu sarma, suni gübre gibi tarlaya zarar vermez. Hatta, bazı köylüler, sarmasından yararlanmak için, keçiyi kendi tarlasında, bahçesinde yatırması için çobana para verir. Bütün bunları bilmeyen Orman Bakanlığı’nın, kuru bakliyatın, sebzenin, meyvenin yetişmesine de zararı olur. Keçiyle birlikte gübresi de ortadan kalkar. Sadece meyve bahçeleri değil, dağdaki ormanların ağaçları da gübrelenemediğinden hızlı büyüyemez, bitki örtüsü etkilenir.
Pervin Çoban Sarvan’nın açılış konuşmasından
Türkiye’de 2 milyon kişi olduğumuzu söyleyen var. 3 milyon kişi olduğumuzu söyleyen var. Ama biz şu anda burada gördüğünüz kadar kişiyiz… Şurada gördüğünüz insanların sayısı, Devletimizin golf sahası açma izni verdiği kişilerden fazla. Bütün ormanlarımızı yok etsinler diye maden arama izni verilenlerden de fazlayız. Onların parası da bizden fazla diyebilirsiniz. Evet, biz gücü parayla ölçülebilen bir çıkar grubu değiliz. Tarih, parasıyla, yetkileriyle büyük güçlere sahip çok kişiler gördü. Çoğunu unuttu. Ama biz bu ülkeyi Türkiye yapanlar, dilimizle kültürümüzle, töremizle, inançlarımızla ve yanımızda taşıdığımız; atlarımız, develerimiz ve davarlarımızla hep buralardaydık. Yine buralardayız…
Bu sahiller, yaylalar bizim yurdumuz, evimiz, barınağımız. Bu topraklara Türkün ayağı değdiği günden beri buralarda yaşıyoruz. Bu topraklar üzerine kurulmuş bütün beylikleri, devletleri bizler doyurup donattık. Bu topraklar üstünde en son kurulan Türkiye Cumhuriyeti’ni kanlarıyla yoğuranların arasında bizler de vardık. Bizler, ne dünyanın, doğanın ve tarihin akışına karşı durmak istiyoruz; ne de kültürel, folklorik değer ve birikimlerimizden vazgeçmek istiyoruz…
Uyum sağlamak
Çocuklarımızın, eğitimi, gençlerimizin iş sahibi olmaları sağlanmadan, bizlere gösterilecek tarlalarda, toprak tarımı öğrenip, uyum sağlayacağımız zamana kadar yerleşik hayata geçmeyi istemiyoruz. Bize esir muamelesi yapılıp, toplama kampı benzeri yerlerde ikamete zorlayacaklarsa, bunun benzerini daha önce yaşadık ve tecrübeliyiz. İlk fırsatta yeniden davarcılığa ve göçebeliğe dönmemiz kaçınılmaz olacaktır.
Ülkemizi yönetenler, parası ve hatırlı makamlarda dayısı olana tanıdığı vatandaşlık haklarının birazını da bize tanıyıp, gönüllülük esasına göre yerleşmemize yardımcı olmanın yollarını aramalıdır.
…Kendimizi bir saldırı altında hissediyoruz. Savunma ihtiyacımızın isyana dönüşmesini biz de istemiyoruz. Biz bu ülkenin bu devletin asli kurucu unsurlarıyız. Devletle karşı karşıya gelmeyeceğiz. Ama devletimizi yönetenlerin, bizim insan olduğumuzu hatırlamalarını istiyoruz.
Anadolu’yu Türk yapan Yörüklerin, aktif göçebe hayatı sürmekte olan son temsilcileri olarak, tarihin yüzünde, gülümseyişimiz bir yontu gibi bezenmiş olarak kalsın istiyoruz.
Özcan Yüksek / Referans Gazetesi, Alıntıdır.
YÖRÜKLERE DOKUNMAYIN
2009-02-13 18:32:04
Yörüklere dokunmayın! Son zamanlarda sessiz sedasız bir operasyon sürdürülüyor! Yörüklerin ormanlara girmesi yasaklanıyor! Yörükler üzerinde araştırmaları ile tanınan Ramazan Kıvrak, “Ormanı yakana, tarla açana, orman içinde villa yapana göz yumulur veya bir yolu bulunup tapu verilirken, ormanı yaşatan Yörüklere ceza veriliyor” diyor.
* * *
Kıvrak, “Yörük Obalarımız” adlı kitabında Yörükleri anlatıyor:
* “Araştırılırsa görülecektir ki Orman Bakanlığı kurulduğundan bugüne kadar ormanın olmadığı yerleri ağaçlandırması gerekirken ormanın gür olduğu yerlerde grev yapmış, ağaç dikmekten çok kesmiştir. * Orman Bakanlığı, ormanları kendi elleriyle azaltmış; tahribatın sorumlusu olarak da Yörüklerin beslediği keçileri göstermiştir. Oysa, keçi orman yakmaz, ağaç kesmez, tarla açmaz, villa yapmaz, maden arıyorum diye ormanı yok etmez. * Ülkemizin kuruluşundan beri, devletimizin külfetini çeken, yeterli hizmet alamayan, vergide ve askere gidecekken hatırlanan, dağda çobanlık yapan Yörük, bugünlerde zor durumdadır. Yörüğe bin yıldır yaşadığı, yaşattığı ormandan, ata yurdundan çık deniliyor. Oysa devlet, ormanı koruduğu için Yörüğe ’teşekkürlü tapu’ vermeli ve ’ormanı korumaya devam et’ demelidir. * Yörük ormanı o kadar çok sever ki, orman yoksa kendisinin de keçisiyle birlikte yok olacağını bilir. Bu sebeple ağaç kesmez, odun etmeye gelenleri kovalar, kestirmez. Mevsimsiz avlanan avcılara da izin vermez, ormana zarar verenleri uzaklaştırır, yangını söndürür. Ağacı eşi gibi, evladı gibi hısım akrabası gibi dert ortağı olarak görür canı pahasına korur. Abdestini ağaç dibinde alır; ağaç sudan istifade etsin diye. Hayvanına suyu kovayla verirse, artanını ağacın dibine döker. O kadar sevgi doludur, yaşatma duygusu yüksektir, kendisini, keçisini, ormanını bir tutar. Ormandaki sulardan çeşmeler yapar; hayvanlar, kurtlar, kuşlar, yoldan gelip geçenler içsin, hayatını sürdürsün diye. Yörüğü ise her yere süremezsiniz. O, yaşanacak yeri kendisi belirlemelidir. * Yörükler neden keçi besler? Çünkü keçi özgürlüğüne düşkündür. Keçi yok edilirse, Yörüklerin özgürlük duygusu zayıflar, kolaycılık, üşengeçlik başlar, her şeyi kabullenmeye başlar insan; Yörükler de yok edilmiş olur. * Yörükler, keçinin sütünden, derisinden, boynuzundan, kılından da faydalanır, yurt dediği çadırını keçi kılından yapar. Dağlarda keçinin nesli biterse türküler de biter. Türkünün yanında maniler, tekerlemeler, atasözleri, masallar, efsaneler de yok olur. Türkçe zarar görür. * Keçi biterse, Yörük kadınının çula, kilime, heybeye, golana nakşettiği desenleri, aktardığı hayalleri de yok olur. * Kızılderililerin önce bizonlarını yok ettiler, sonra kendileri yok oldu! Bunu akla getirince gizli bir el karar vermiş de önce özgürlük anlayışını, sonra geleneklerini, ardından yaşama biçimini, folklorunu, edebiyatını yok ederek dağdan indirdikleri Yörükleri, sıradan, sessiz ve uysal bir kişiliğe mi dönüştürmek istiyor diye düşünmemek mümkün değil. *Atatürk, ’Arkadaşlar gidip Toros dağlarına bakınız; eğer orada bir tek Yörük çadırı görürseniz ve o çadırda bir duman tütüyorsa, şunu çok iyi biliniz ki, bu dünyada hiçbir güç ve kuvvet bizi asla yenemez’demiştir.”
* * *
Atatürk’ün Yörüklerle ilgili bir sözü daha var: “İnsanlık, eski Mısırlarıyla, Yunanistanlarıyla, Romalarıyla ve bunlar bütün bedii eserleriyle ayağa kalksa ve başlarında bugünün kendi verimleri olan bütün medeniyeti, musıkîleriyle, şiirleriyle, sanatlarıyla ve bütün eserleriyle gözümün önüne dikseler, dikilseler.., benim gözüm, benim duygum, benim sevgim, yine ıssız dağlar başında yanık kavalını üfleyen, yarım çarıklı Türk çobanındadır.” Yörüklere ve keçilerine dokunmayın! Onlar Osmanlı’ya boyun eğmedi, zulme rıza göstermezler haberiniz olsun!
YENİCAĞ GAZETESİ ARSLAN BULUT http://www.yenicaggazetesi.com.tr/ alıntıdır.
Kıl Keçisi sadece makilik alanlarda çalılarla beslenmektedir.Eğer idda edildiği gibi kara keçi ormanı yiyorsa aşağıdaki resimler bunun tam tersini söylüyor.
Ormanlarımızın Yok Olmasının Başlıca Sebebleri
1-Orman Bakanlığının yanlış tıraşlama kesimleri
2-Arazi mafyası
3-Yangınlar
4-Tarla açmalar
5-Kaçak kesimler
6-Kırkdokuz yıllığına ormanlık alanlarının birilerine peşkeş çekilerek kiraya verilmesi,ormanlık alanların tahrip edilerek tarla haline dönüştürülüp sözüm ona endüstrü ağaçları diktirilmesi.
7-Yayla ve sahilleredeki ormanlık alanlara yapılan villa kondular ve yapılaşmalar.
Keçi ormanın düşmanı değil, koruyucusu!
Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi Toprak Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. İbrahim Ortaş, son günlerde çıkan orman yangınlarının, ”ormanların günah keçisi ilan edilen keçilerin önemini ortaya çıkardığını” savundu. Yüksek yapılı bitkilerin kök biyolojisine yönelik araştırmaları bulunan Ortaş, yaptığı açıklamada, yaz sıcaklarıyla birlikte artan orman yangınlarının doğanın akciğerlerini yok ettiğini, resmi kaynakların, sadece bu yılın başından bu yana 642 orman yangını çıktığını bildirdiğini belirtti. Orman yangınlarıyla birlikte keçi faktörünün yeniden ele alınması zorunluluğunun doğduğunu ifade eden Ortaş, son yıllarda ormanların adeta günah keçisi ilan edilen keçilerin aslında ”ormanların koruyucusu” olduğunu ileri sürdü. Ortaş, özellikle doğanın ve ekolojinin yasalarından birinin de keçinin ekosistemdeki yeri olduğunu belirterek, ”Akdeniz Bölgesi’nin orman yangınları bakımından diğer bölgelere göre daha az etkilendiği bilinmekteydi. Ancak, bu durum son yıllarda keçi varlığının bilinçli olarak azaltılmasıyla tam tersine dönmeye başladı” dedi. Genelde keçilerin orman için zararlı olduğunun düşünüldüğünü, günah keçisi ilan edildiğini, hatta bazılarının, ”soyu tükensin diye fetva da verdiğini” anlatan Ortaş, bunun doğanın diyalektiğine aykırı olduğunu kaydetti. Prof. Dr. Ortaş, şunları söyledi: ”Keçinin hep maki bitki örtüsüne sahip ormanlar üzerinde baskı unsuru olduğu söylenir. Bu nedenle ormanların genç fidanlarını yok ettiği iddia edilir. Evet ormanların genç fidanlarına zarar verdiği doğrudur, ancak keçilerin olduğu ortamda ormanların varlığını günümüze kadar sürdürdüğü de bir başka gerçektir.” -DÜNYA BİLİM ÇEVRELERİ KABUL EDİYOR- Prof. Dr. Ortaş, dünya bilim çevrelerinin önerdiği ve orman bakanlığının da kabul ettiği ”keçiler ormanların fahri dip temizleyicileri” ifadesinin çok anlamlı olduğunu belirterek, şunları kaydetti: ”Keçiler, ormandaki ağaçların diplerini otlardan temizleyerek, yangın çıkışını engelliyor. Keçilerin orman içinde yarattıkları seyreltme ve açtıkları patika yollar ise yangının büyümesine set oluşturuyor. Kemirgen ve selülozu yüksek bitkileri tercih eden keçiler ağaçlarına üst dallarına 1,5-2 metre kadar tırmanarak besinlerini sağlarken doğal olarak ağaçları budayarak yangından koruyor.” Ortaş, keçinin olmaması durumunda ise otların geliştiğini ve yazın kuruyan otların mercek etkisi yapan cam kırıkları nedeniyle yangına davetiye çıkardığını belirterek şöyle devam etti: ”Gelinen noktada, Çevre ve Orman Bakanlığı keçi sayısını azaltmamalı, tam tersine artırmalı, orman köylüsüne destek çıkmalıdır. Doğal alanların kontrollü keçi otlatmasına açılması, bölge çiftçisi ve köylülerinin geçim kaynağı olabileceği gibi, sağlıklı süt ve beslenme için de yararlı olacaktır. Keçiyi bilmeden düşman ilan etmeyelim, yararlı hayvanın hakkını verelim, yeniden ormana dönmesini sağlayalım. İnsan olarak tahrip ettiğimiz, yakıp yıktığımız doğamızın zararını keçiye yüklemekten vazgeçelim.” Kaynak:stargazetesi
Kıl Keçisi Besicileri Orman Cezalarından Şikayetçi
09.02.2010- Denizli Koyun ve Keçi Üreticileri Birliği Başkanı Hasan Öner, Dünyada Organik Et Üretimi İçin Milyonlarca Dolar Harcanırken Yasak ve Cezaların Etkisiyle Türkiye’ye Has Dağlarda Beslenerek Yetişen Kıl Keçisi Varlığının Tehlikeye Girdiğini Söyledi. Haber Yayın Tarihi: 09.02.2010 17:37
09.02.2010- Denizli Koyun ve Keçi Üreticileri Birliği Başkanı Hasan Öner, dünyada organik et üretimi için milyonlarca dolar harcanırken yasak ve cezaların etkisiyle Türkiye’ye has dağlarda beslenerek yetişen kıl keçisi varlığının tehlikeye girdiğini söyledi.
Denizli’de kıl keçisi varlığının dört yılda 140 binden 85 bine düştüğünü vurgulayan Öner, “Bu keçinin eti, sütü ve kılı çok değerlidir. Tarım ve Köyişleri Bakanlığımız, besiciliği gelişsin diye keçi başına 10 lira destek verirken Çevre ve Orman Müdürlüğü ekipleri ise beslemek yasak diye keçi başına 40 liradan başlayan cezalar kesiyor. 2000 yılında koyun ve keçi yetiştiricilerine Denizli’de 2 milyon 100 bin lira dağıtıldı. Bu yıl mart ayından itibaren de 3 milyon lira verilecek. Dört yılda Orman müdürlüğü ekiplerinin baskılarına dayanamayan 350 besici, 65 bine yakın keçisini satarak bu işi bıraktı. Dört yılda keçi üreticilerine kesilen cezanın miktarı 200 bin lirayı geçti. Özellikle Çal ve Çivril bölgesinde, orman sınırlarında ama içinde ağaç olmayan yerlerdeki keçilere de ceza kesiyorlar. Ne yapacağımızı şaşırmış durumdayız.” dedi.
Geçmiş yıllarda uygulanan yanlışlıklar yüzünden Denizli’de yerli ineğin yok olduğunu ifade eden Birlik Başkanı Öner, “Şimdi de kıl keçisi aynı sonuçla karşı karşıyadır. Birlikte 2 bin 550 üyemiz vardı, 350’si ayrıldı, çünkü cezalardan bıktılar. Kıl keçileri, 15 yılın üstündeki ormanlara zarar vermez. Zaten biz de genç ormanlarda otlatmıyoruz. Bu cezalar, Türkiye’nin başka yerinde yok. Antalya ve Kahramanmaraş benim bildiğim yerler.” şeklinde konuştu.
Koyun ve keçi yetiştiricilerinin rahat bırakılması ve desteklenmesi durumunda et sıkıntısının da ortadan kalkacağını savunan Hasan Öner, şunları söyledi: “Kurban Bayramı’nda hayvan bulmakta güçlük çekildi. Ülkemizde etin kilosu 15 lira olması gerekirken 25 liradan satılıyor. Bunu indirmek, küçükbaş besicilerini desteklemekle mümkün. Bizim hiç kimseye zararımız olmaz. Keçiler, ormanların içindeki yabani otları ve ağaç parçalarını yediği için bir yangında, alevlerin geniş alanlara yayılmasının önüne geçilebilir. Koyun keçi yetiştiriciliği aynı zamanda iyi bir istihdam kapısıdır.” (CİHAN)
Bir Köyün Ekonomik Kurtuluşu.
Çukur Köyü, Akdeniz İklim Kuşağının karakteristik özelliklerini taşıyan, % 80’ i ormanlarla kaplı, kuru tarım yapılabilen çok kısıtlı tarım arazisine sahip, kıl keçisi yetiştiriciliği ile geçinmeye çalışan, sürekli göç veren, fakir bir Anadolu köyüdür.
Rehabilitasyon çalışmalarıyla, otlatma alanlarının daralmış, tek geçim kaynağı olan hayvancılık zarar görmüş, ancak Köyün de içinde bulunduğu Eğlence-Körkün havzasında uygulanan Keçi Tasfiye Projesi ile köyde tarım ve hayvancılık desteklenmiştir
Köy halkı tarafından, başlangıçta olumsuz bakılan ve engellenmeye çalışılan defne alanlarının rehabilitasyonu sonucu; Çukur Köyü, bugün çevresinde imrenilen, ekonomik olarak gelişen ve daha da gelişecek potansiyele sahip örnek bir köy haline gelmiştir.
Adana Orman Bölge Müdürlüğü Web sitesinden özet alıntıdır.
Orman Bölge Müdürlüğü kendi web sitesinde Kıl Keçisini tasviye ettiğini ve Tasviye ye devam edeçeğini üzülerek okuduk.”keçi tasviye projesiyle tarım ve hayvancılık desteklenmiştir.”İfadesindeki çelişkiye bakın insanların yüzyıllık keçi yetiştiriçiliğini bitireçeksiniz,insanların keçilerini sattıraçaksınız,çoçukları annne sütü kalitesindeki Kıl Keçisi sütünden mahrum bırakaçaksınız,sonrada kalkıp hayvancılığı destekledinizden bahsedeceksiniz.Güldürmeyin insanı,2 defne çalısıylamı köylüleri kalkındırıyorsunuz ?Kıl Keçisinin soyunu kesmeye çalışıyorsunuz sonrada hayvancılık desteklenmiştir diye beyanat veriyorsunuz bu ne yaman bir çelişkidir ?
Köyden kente göçü yanlış Kıl Keçisi yok etme planınızın yol açtığını niçin görmüyorsunuz.O dağlarda tarım yapılamayaçağına göre,inek de beslenmeyeçeğine göre(inek beslemek için yem bitkisi ekecek tarla lazımdır) insanlar sırtında kamyonlara defne çalısı taşıyarak mı geçineçek ? Yanlış anlaşılmasın defne yetiştiriçiliğine bir diyeçeğimiz yok,yine defne yetiştirilsin ama kıl keçisini tasviye ederek değil.
Bir kez daha Orman Bakanlığını uyarıyoruz,Kıl Keçisi Tasviye Planınızı lütfen geri çekiniz.Yanlış Dünyada eşi benzeri olmayan uygulamanız yeteri kadar can yaktı,ocakları söndürdü.Artık yeter.Bu yanlışa dur deyin.Ormanlarımızı koruyacaksanız yanlış traşlama kesimlerinize bir son verin.Gercekten Ülkemizi ormanlaştırmak istiyorsanız Orman Bakanlığı’nı İçanadolu Bozkırlarına ağaç dikmeye davet ediyoruz.
Veteriner Hekim Cengiz Torun
Ormanda site yapmak serbest, keçi yetiştirmek yasak!
Geçimini keçilerden sağlayan köylüler soruyor: Keçi mi ormana zararlı, ormana yapılan lüks siteler mi?
Urla’da kıl keçisi yetiştirerek geçimini sağlayan köylüler, Orman Bölge Müdürlüğü’nün baskısı ile zor duruma düştü.
Keçilerin ormana zarar verdiğini söyleyerek üreticilere, sürülerinin tamamını satması yönünde baskı uygulayan müdürlük yetkilileri, sürülerin satılmaması halinde hayvan başına kademeli olarak ceza kesileceği tehdidinde bulundu.
Geçtiğimiz günlerde tek tek köyleri dolaşarak sürü sahiplerinin kimlik bilgilerini alan yetkililer, hayvan adetlerini de not ettiler.
Hiçbir meslekleri olmayan ve yıllardır babadan kalma sürüleri ile hayatlarını sürdüren köylüler, kendilerine alternatif olarak, koyun ve büyükbaş hayvan yetiştiriciliğinin önerildiğini, ancak masrafı kaldıramayacakları için bunu yapmalarının mümkün olmadığını söylediler.
Hayvanlarını satmaları için kendilerine Kurban Bayramı’na kadar süre verilen köylüler, topluca Orman Bölge Müdürlüğü’ne giderek sorunlarını anlattılar, ancak kendilerine bir çözüm yolu gösterilmedi.
Keçilerin doğanın bir parçası olduğunu, yörelerinde bulunan çam ormanlarına bir zararlarının bulunmadığını iddia eden köylüler, “Orman şehirden korunmaz; biz yuvamızı, kendi evimizi herkesten fazla koruruz” dediler.
Köylüler ayrıca, orman alanlarının içine, tarım arazilerinin üzerine sürekli siteler yapıldığını dile getirdiler. Var olan çam ağaçlarının ormancılar tarafından, “Gençleştirme yapıyoruz” denilerek kökten kesildiğini anlatan keçi üreticileri, yıllardır yaşadıkları yerleri tanıyamaz hale geldiklerini ifade ettiler.
Köylüler çaresizlik içinde
Urla Ziraat Odası Başkanı Nurettin Kılınç, Urla Yarımadası’nda 20 bin dolayında kıl keçisi bulunduğunu belirterek, yüzlerce kişinin bu işten karnını doyurduğunu ifade etti. Sürülerini satmaları istenen üreticiye, karşılığında hiçbir destek sunulmadığını ifade eden Kılınç, çok sayıda üreticinin mağdur olacağını ve göç etmek zorunda kalacağını belirtti. Uygulanan baskı yüzünden bazı keçi sahiplerinin keçilerini ellerinden çıkarmaya başlaması nedeni ile keçi fiyatlarında da düşüş yaşanıyor. Üretici bu nedenle bir kez daha mağdur oluyor.
Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Öğretim Üyesi ve Tarım Ekonomisi Derneği Başkanı Prof. Dr. Tayfun Özkaya, keçinin ormana zarar vermesinin belirli düzenlemelerle engellenebileceğini belirterek, “Fidanların küçük olduğu bölgelere girmeleri yasaklanabilir. 2 adam boyunu geçince serbest bırakılabilir. Kontrollü yapılırsa keçilerin ormana yararı dokunur” dedi. Antalya’yı örnek gösteren Özkaya, “Orada muazzam sayıda keçi var. Burada Orman Bakanlığı’nın keçi düşmanlığı söz konusu. Ormanlar golf sahaları için yok ediliyor” dedi. (Urla/EVRENSEL)
Kanadı kırık kuş gibi
Urla eski pazaryerinde görüştüğümüz köylüler, kendilerinin Urla’ya bile sadece haftada bir alışveriş için indiklerini, bütün yaşamlarının dağlarda geçtiğini belirterek, sürülerinin ellerinden alınması durumunda şehre göç etmek zorunda kalacaklarını, ancak şehirde ‘kanadı kırık kuş’ misali yaşama imkanlarının olmayacağını belirttiler.
Tahir Kılkıl: Ben 75 yaşındayım. Biz kırk kişiyiz. Maaşımız yok. Neyle geçineceğiz? Yemin çuvalı ne kadar biliyor musunuz? Alın bizim malımızı köyümüzü de kaldırın. ‘Ormana girmeyin’ diyorlar, kendileri katliam yapıyorlar. Bize iş sahası açsınlar. Biz vergiden kaçmıyoruz. Bizden mera parası kesiliyor. 500 bin süt parası kesiliyor. Süt verirken vergimizi veriyoruz. Bende 10 nüfus var. ‘Ormana girmeyin’ diyorlar, kendileri basıyor tıraşlamayı. Çamı sıfıra vuruyorlar. Devlet kömür yaktırıyor.
Arif Öztürk: Sürülerimiz bizim ekmek teknemiz. Altı nüfusum var benim. Nasıl bir anda yok edilsin? Tarımla uğraşacak halimiz yok. Sığırı satsak yemciye borcu ödeyemeyiz. Daha önce benim vardı büyükbaş hayvan. Hayvanlarımı yemciye teslim ettim borç yüzünden.
Ormanı kendileri harap ediyor. 15-20 sene önce her köyde en az 15-20 kahya vardı. Şimdi 2-3 anca var. Kendi köyümüzde 6 kişiyiz. Daha önce 20’den fazlaydık, aynı ormanın içinde yaşıyorduk.
Özer Aslan: Biz dört erkek kardeş babamızın yanında bu sürüden geçimimizi sağlıyoruz. Sütü, gübresi var; koskoca bir sektör. 64 keçi üreticisi geçiniyor. Ama biz oğulları sayılmıyor. Biri sütünü alıyor, biri altını temizliyor. 25 kişi evin nüfusu bu keçiden ekmek bekliyor. Dağları kesiyorlar kendileri. Kaç tane site yaptılar. Dağlar olmazsa bizim işimiz bitti. Oğlak eti 7 milyon, dana eti 15 milyon. Tütün bitti, pamuk bitti, şekerpancarı bitti. Yağmur yağmıyor. Kuyularda su yok. Geçen yıl ormanlar kurudu. İnek besledik ama masrafını çıkaramadığımız için sattık. Büyük hayvancılar çıktı. Nasıl bakkalları bitirdiler, şimdi de çobanları bitiriyorlar.
Emine Uyar basından alıntıdır,
Kıl Keçisi Kesen İki Sevap Kazanır`
Bakan Eroğlu, “Kurban Bayramı`nda kıl keçisi kesenler, ormanları bu keçilerden kurtardıkları için de sevap kazanır.” dedi.
Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, “Kurban Bayramı`nda kıl keçisi kesenler, ormanları bu keçilerden kurtardıkları için de sevap kazanır.” dedi. Manisa İl Koordinasyon Kurulu toplantısına katılan Bakan Eroğlu, Belediye Başkanı Bülent Kar`a yaptığı ziyaret sırasında vatandaşların bayramda kıl keçisi kesmesini tavsiye etti. “Siz kurban olarak keçi mi alacaksınız?” sorusuna ise, “İsterdim ama bizim memlekette keçi yok. Bulursam alacağım.” diye cevap verdi.
Çevre ve Orman Bakanı Eroğlu, Manisa gezisinde Başkan Kar`ı makamında ziyaret etti. Eroğlu, burada çöp depolama alanı, teleferik ve diğer projeler konusunda yardım ve destek sözü verdi. Valilikte basına kapalı yapılan İl Koordinasyon Kurulu toplantısını da değerlendiren Bakan Eroğlu, Manisalılara müjdeli haberler verdi. Eroğlu, Spil Millî Parkı`nın Manisa için ekoturizm veya millî park turizmine katkı sağlaması açısından güzel bir projeleri olduğunu belirterek, “Bunun ihalesi önümüzdeki yıl yapılacak. Bu arada Manisa Belediyemizin çok büyük projelerinden birisi de teleferiktir. Bunun çevre yapısına uygun ve estetik olmasını istiyoruz. Ayrıca taşkın koruma ve ağaçlandırma kampanya çerçevesinde yapılacak. Her ile de bir tabiat parkı yapmak amacıyla genelge hazırladık. 5 Haziran 2008 tarihinde burada da bir tabiat parkı hazır olacak. Dünya çapında bir kampanya başlattık ve Türkiye`de Trakya büyüklüğünde bir alanı ağaçlandırmış olacağız.” şeklinde konuştu.
Turgutlu`daki nikel madeninin kapatılması ve çalışmalarının durdurulması için sivil toplum kuruluşları tarafından dilekçeler verilmesine ve konu hakkındaki çalışmalara da değinen Bakan Veysel Eroğlu, “Biz ilim adamıyız, her şeyi her yönüyle inceledikten sonra karar veririz. Dilekçe vermekle bu işler olmaz. Devletin prensipleri var. Akılla mantıkla hareket etmemiz lazım. Şunu ifade edeyim ki herhangi bir kişinin, herhangi bir grubun kararıyla bu iş ne iptal edilir ne de onaylanır. Çevreye zararı nedir, bertaraf edilebilir mi, sonra telafi edilir mi, Türkiye ve insanlarımız ne kazanacak, ne kaybedecek gibi sorular masaya yatırılır, sonra karar verilir.” dedi.
MANİSA(CİHAN) alıntıdır.
Sayın Orman Bakanın açıklamaları traji komik ve üzüntü veriçi,kıl keçisinin yetişkin ağaçları ve ormanı nasıl yediğini bilimsel gerekcelerle Türk Milletine açıklamasını bekliyoruz.
Sayın Bakan kesecek kıl keçisi bulamıyormuş,o keçiyi sizin yanlış ormancılık politikanız yok etti,o nedenle kurbanlık bulamıyorsunuz sayın Bakanım.Bir çok orman yangınında,Orman Bakanlığı yangınları söndürmede ve kontrol altına almada caresiz kalıyor.Acaba Sayın Bakanım bu yangınların söndürülemeyişi ormandan kovduğunuz keçiyle alakalı olmasın ? O zaman biz hatırlatalım ormanda otlayan keçiler örtü altı yaprak ve kuru otları yediğ için orman yangınlarına mani olur,çıkan yangınların boyu kısaldığı için,kontrolü kolay olmaktadır.
Sayın Bakanımız Veysel Eroğlu’na bakanlığınızın traşlama yıkım yöntemini sahada bir görmenizi tavsiye ediyoruz.Yüz yıllık balta girmemiş ormanların,motorlu testerelerle nasıl yerle bir edilip, ormanın dozerlerle sürülerek,biyolojik çeşitliliğin yok edildiğini,ormanlarımızın tarlaya dönüştürülüp yerine sıfırdan fidan dikilerek tekrar orman yapılmaya çalışılması sizce doğru mu Bakanım?
Keçiyle uğraşmak yerine Anadolu Bozkırlarını ağaçlandırın lütfen…
Cengiz Torun
Orman yangınları ve keçi düşmanlığı
Prof. Dr. İbrahim Ortaş
Yazın gelmesini çok severim, ancak orman yangınları çıkacak diye de hep endişelenirim. Bu yaz bir tarafta ülkenin yükselen sıcak gündemi, diğer taraftan artan küresel düzeydeki kuraklık ve sıcaklar ile birlikte çıkan orman yangınları da hepimizi üzmektedir.
Bir tarım bilimcisi ve ekoloji gönüllüsü olarak bu yangına duyarsız kalınmaması gerektiğini düşünüyorum. 2008 yılı içinde şu ana kadar 642 orman yangını meydan geldi ve bu yangınlardan 18 bin dekar orman alanı yanmıştır. Orman yangınlarının bir çok nedeni var. Bir önceki yazımda da belirttiğim gibi çoğunlukla yüzde 95 oranında insandan kaynaklandığı artık resmi ağızlardan duyurulmaktadır.
TEMA Vakfı orman yangınları ile mücadele için alınması gereken önlemleri şöyle sıralamaktadır
» Yangın Eylem Planı Hazırlanmalı, » Bilinçlendirme Kampanyası Sürdürülmeli, » Erken Uyarı Sistemi Geliştirilmeli, » Erken Müdahale Yöntemleri Geliştirilmeli, » Hava Söndürme Araç Sayısı Artırılmalı, » Yanmayan Servi ve Akasya Gibi Ağaçların Dikimi de Önemli, » Yangın Emniyet Yolları Açılmalı, » Mesire Yerlerinin Yasaklanması Gündeme Gelmedir
Temelde insan faaliyetleri yanında, yanlış enerji hatlarının ormanlık alanlardan geçirilmesi de nedenler arasındadır. Şimdilik elektrik kablolarının geçirildiği alanlar temizleniyor. Doğrusu artık elektrik hatlarının yer altına taşınması bir çok yönden güven oluşturacaktır.
Orman yangın kuşaklarının oluşturulmaması, bunun için orman içinde belirli alanların oluşturulması ve yangının yayılmasının önlenmesi açısından önemlidir.
KEÇİLERİN YARARI
En önemlisi de orman diplerinin temizlenmemesidir. Orman diplerinin temizlenmemesi ve yapılan ihmaller yangınların hızla yayılmasına neden olmaktadır. Tabii bütün bunlar orman yönetimi açısından önemli stratejilerdir. Uzun zamandır yüksek yapılı bitkilerin kök biyolojisini çalıştığım için ağaca ve ormana ayrı bir ilgi duymaktayım. Tüm önlemlere rağmen doğanın kendi yöntemleri ve ekolojisine de dikkat edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Özellikle doğanın ve ekolojinin yasalarından biri de keçinin ekosistemdeki yeridir. Akdeniz bölgesinin orman yangınları bakımından diğer bölgelere göre daha az etkilendiği belirtilmektedir. Yangının nedenini tam olarak bilmiyoruz ancak Akdeniz bölgesinde meydana gelen yangınlar ile birlikte aklıma kıl keçilerinin varlığı gelir.
Orman yangınları söz konusu olduğunda konuyu bilen bilim insanları için hep akla keçiler gelir. Genelde keçiler orman için zararlıdır diye suçlu ilan edilir. Hatta bazıları için ormana zarar veriyor gerekçesiyle soyu tükensin diye fetva da verilmektedir. Ancak gerçeğin kendisi öyle değildir. Akdeniz maki bitki topluluğunun olduğu alanlarda belki daha eski olan tarihi kayıtlı bilgi ile MÖ 4000 yıllarından bu yana yaşadığını tahmin ettiğimiz Latincesi “Capra” İngilizceci “Ordinary Goat” olarak bilinen “kıl keçileri” doğanın bir parçası olarak varlıklarını günümüze kadar sürdüre gelmişlerdir. Bir yandan doğanın bir parçası olan keçilerin doğanın düşmanı ilan etmek doğanın diyalektiğine aykırıdır. Her türlü arazi koşullarına adapte olabilmesi ve manevra yeteneği yüksek olan kıl keçisi genelde düz ovada beslenmek yerine orman ve kayalık alanda beslenmeyi daha çok tercih etmektedir.
DOĞAYA SAYGI KEÇİYE SAYGI
Orman yangınları konusundaki en önemli yönetim, anlayışıma göre dip temizleme işlemidir. Bilindiği gibi keçinin otlandığı makilik Akdeniz ekosisteminde dip temizlemeden dolayı daha az yangın çıktığı da bilinen bir gerçektir.
Ülkemizde Akdeniz havzasında 100 milyon hektarlık alan kaplayan ve Akdeniz iklim tipinin ‘klimaks bitki örtüsü’ olan makiliklerin varlığını bugüne kadar taşımasında keçilerin varlığı da inkar edilemez. Keçinin hep maki bitki örtüsüne sahip ormanlar üzerinde baskı unsuru olduğu söylenir. Bu nedenle ormanların genç fidanlarını yok ettiği iddia edilir. Evet ormanların genç fidanlarına zarar verdiği doğrudur, ancak keçilerin olduğu ortamda ormanların varlığını günümüze kadar sürdürdüğü de bir başka geçektir. Ancak unutmamak gerekir ki orman yangınlarının neredeyse tamamına yakınının nedeni insan faktörü ve açılan alanların doğaya uygun olmayan baskı, yeni kesim, tarla açma ve kültür ormanı alanlarından kaynaklandığını belirtmek gerekir.
ORMANDA KEÇİ OTLATILMASI
Dünya bilim çevrelerinin önerdiği ve bizim orman bakanlığının da kabul ettiği “keçiler ormanların fahri dip temizleyicileri” ifadesi çok anlamlıdır. Keçilerin orman içinde yarattıkları seyreltme olayı ve açtıkları patika yollardan dolayı hem yangın çıkması ve yayılması engellenmiş olmakta hem de yangın çıkması olasılığında iç alanlara ulaşılmasında yarar sağlayan etkisi bulunmaktadır. Kemirgen ve selülozu yüksek bitkileri tercih eden keçiler makiliklerde bir tarafta dipte biriken otları temizlerken diğer taraftan ağaçları üst dallarını 1.5-2 m kadar tırmanarak besinlerini sağlarken doğal olarak ağaçları budayarak yangından korur. Keçinin olmaması durumunda diğer otlar gelişiyor ve yazın kuruyan otlar mercek etkisi yapan cam kırıkları nedeniyle yangına davetiye çıkarılmaktadır.
Özellikle makilikler arasında koridorlar açarak olası yangınları önlemeleri ormancılar tarafından benimsenmektedir. Keçilerin sürgünlerin olduğu dönemin dışında otlatılması bu konuda orman köylülerinin bilinçlendirilmesi ve ormanın sürdürülebilirliğinin sağlanması bakımından önemlidir. Özellikle vurgulanması gereken ‘kontrollü otlatma’ ve keçi yetiştiricilerinin bilinçlendirilmesi orman yangınlarının önlenmesi ve ormanların doğasına uygun korunması için yapılması yararlı bir işlemdir..
KEÇİ, EKOSİSTEM,YANGIN
Kaldı ki yangınlar çoğunlukla rantın yüksek olduğu müdahaleli alanlarda çıkıyor. Yeni veya yenilenen dikim alanları başta olmak üzere ekosistemin taşıyamayacağı ağaçlandırma alanlarında yangının çıktığını söylersek yanlış olmaz.
Maki bitki örtüsü kendi sürdürülebilirliği en yüksek olan bir bitki topluluğu olup yangın çıkması olasılığı daha az olan korumalı bir bitki örtüsüdür. Yarı kurak, uzun süren yaz sıcaklarının bulunduğu coğrafyalarda makinin kendini sürdürmesi başka türlü de açıklanamaz. Söz konusu alanlarda keçinin sistemden çekildiği durumlarda otsu türlerin çoğalması ile yangına hassas hale gelir ve alanların yangınla tahribatı artar. Nihayet bunun en açık örneği ülkemizin Akdeniz Bölgesinde Ege ve diğer bölgelere göre daha az yangın çıkmaktadır. Bu konuda ormancılar, toprak ve ekoloji bilimcilerinin ortak araştırma yapması çok yararlı olacaktır.
SORUN İNSAN KAYNAKLI
Son yıllarda doğal bitki örtüsüne ve binlerce yıllık adaptasyona rağmen bir üst Klimaks bitki örtüsünün sisteme alınması ile başlayan kültür ormancılığının toprak, besin ve su talebinin fazla olması nedeniyle hem başarılı olmamakta hem de yangına davetiye çıkarılmaktadır.
Bu bağlamda Orman Bakanlığına bağlı Ağaçlandırma Genel Müdürlüğünün konuyu yeniden dikkate alarak tek bitki yerine doğaya adapte olmuş bitki türleri zenginliğine dönmesi ve keçi ile maki bitki örtüsünün korunmalı duruma getirilmesi yararlı olacaktır. Bu bağlamda insanın doğaya müdahalesi durdurulmalıdır. Doğayı kendi haline bırakırsan doğa daha başarılı bir denge içinde yaşamını sürdürecektir. Doğa günümüze kadar aslan ve kaplan gibi geviş getiren hayvanları yiyerek beslenen hayvanlarla dengeyi bozmadığı gibi ağaçların fidanlarını yiyen keçiler de tükenmedi. Doğa kendi dengesini kendisi kurmakta ve ihtiyacı kadarını tüketmektedir. Asıl sorunu gözü doymayan, bir anda binlercesini yok eden insanda aramak gerekir. Doğanın yasalarının bilinmesi doğanın yönetilmesine büyük katkı sunulmasına yardımcı olacaktır. Bilmeden kulaktan dolma bilgiler ile yola çıkılması durumunda keçiler “günah keçisi” olurlar. Orman Bakanlığının keçi sayısını azaltması değil tam terinse artırması, orman köylüsüne destek çıkması ve koruması önerilmedir. Doğal alanların kontrollü keçi otlatmasına açılması, bölge çiftçisi ve köylülerinin geçim kaynağı olabileceği gibi, sağlıklı süt ve beslenmesi için de yararlı olacaktır. Keçiyi bilmeden düşman ilan etmeyelim, yararlı hayvanın hakkını verelim. İnsan olarak tahrip ettiğimiz, yakıp yıktığımız doğamızın zararını keçiye yüklemekten vazgeçelim. Doğaya ve keçiye saygı, insana ve ormana saygıdan geçer. Keçi ile uğraşmaktan vaz geçelim insanımızı duyarlı ve bilinçli duruma getirecek süreçlere taşımanın yollarını arayalım. Güzelim ülkemizin doğal kaynaklarını doğru tanıyalım, ekolojimizi iyi koruyalım, sürdürülebilirliğin ilkelerine değer verelim. Ülkemizin eğitimli insanlarının orman yangınları konusunda biraz daha duyarlı olması, çevresini başta sigara izmariti, şişe ve diğer mercek etkisi yaratacak materyalleri ormanlık alana atmamaları konusunda toplumun eğitilmesi ve uyarılması yararlı olacaktır. Hepimiz bu coğrafyanın her yönden yaşanılabilir olmasından sorumluyuz. Küçük çıkarlarımız için değil, güzel geleceğimiz için üzerimize düşen sorumluluğu yerine getirelim.
(*) Çukurova Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Toprak Bölümü, Adanaiortas@cu.edu.tr
Kıl keçisine ormanda özgürlük isteği
Sarıkeçililer Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği Genel Başkanı Pervin Çoban Savran, kıl keçilerinin ormanlara zarar vermediğini ve ormana sokulmasının yasaklanmasının yörükleri zor durumda bıraktığını söyledi. 14 Ekim 2009 / 17:31ReklamSon yıllarda ormanlık alanlarda otlatmaya izin verilmemesi sonucu yetiştiricilerin ellerindeki kıl keçisini satmak zorunda kaldığını belirten Savran, hayvan otlatılmasından dolayı ödedikleri cezaları daha önceki yıllar dikkate almadıklarına vurgu yaparak, “Ancak, her yıl en az 40-50 bin liralık cezalar ödüyoruz. Bunun daha fazla olduğu yerler var. Bir de şöyle bir durum var: Cezalar 1’e 3, 3’e 5 katlanıyor” dedi.
Yörükler olarak ormanlarda gönüllü bekçiliği sürdürmek ve hayvancılığı devam ettirmek istediklerini kaydeden Savran, bilinenin aksine kıl keçisinin çam yemediği, yaprak yediği görüşlerine yer vererek, “Yağışlardan sonra bu yıl otlar çoğaldı. Keçi ormana sokulmayınca çıkan yangınlar büyüdü, genişledi. Keçinin ormandaki otları yemesi çok faydalı. Çam acıdır, o yüzden keçi yaprak yer. Yaprağı yediği ağaçlarda ise keçilerin girdiği bölgedeki tüm orman arazisi de gürleşir. Çünkü budama yapıyor keçiler.
Keçinin girmediği bölgelerde hastalıklar, kurtlanmalar olur. Ormancıların aslında düşündüğünün tam aksine bir durum söz konusudur” diye konuştu.
“BAŞBAKAN’A SORUNLARIMIZI ANLATTIK”
Bu konudaki taleplerini devletin en üst makamlarına ilettiklerini belirten Savran, kıl keçisi konusunda son yıllarda baskıların arttığını söyledi. Başbakan Tayyip Erdoğan’a da bir vesile ile bu sıkıntılarını aktarmayı başardıklarını ileri süren Savran, “Ben koskoca bir tarihin, yüzyılları bugüne taşıyan, hala yaşayan ve ayakta olan, var olan bir kültür adına konuşmak istediğimi kendisine ifade ettim. Ormanlarda yaşıyoruz ve geçim kaynağımız kıl keçisi dedim. Son yıllarda kıl keçisi konusunda yasakların arttığını anlattım. Başbakanımız da ‘Bir problem olduğu zaman beni bulacaksınız. Gereğini yapacağız’ dedi” iddiasında bulundu. Savran, “Başbakanımızın bu bakış açısını öğrendikten sonra, aradaki kurum ve kuruluşların, idareci olmaya çalışan insanların bizi gerektiği gibi anlamadığını anladık. Ben istiyorum ki, Orman Genel Müdürlüğümüz bize bir heyet göndersin, bizim ormana zarar verip vermediğimizi tespit etsinler” şeklinde konuştu.
“KEÇİ AZALINCA, FİYATLARI DA ARTTI”
Yörükler için keçinin çok değerli olduğunu da vurgulayan Savran, kıl keçisi ile ilgili yaşanan sıkıntıların artmasından sonra fiyatlarının da yükselmeye başladığına dikkat çekti. Ormanlarda keçi otlatmanın yasaklanmasının ardından keçi fiyatlarında yüzde 50’nin üzerinde bir artış olduğunu dile getiren Savran, “Köylüler bile yazılan cezaların artmasının ardından korkudan ellerindeki keçileri kilosu 2 liradan, hatta karnındaki kuzu ile birlikte satmak zorunda kaldı. Elde keçi kalmadı. Şimdi ise keçiler elden çıkarılınca fiyatları ikiye katladı. Geçtiğimiz günlerde Türkiye’deki keçi sayısını Küçükbaş Hayvan Yetiştiriciler Birliği’nden öğrendik. Şu anda 6 bin keçi kalmış ülkemizde. Bunun 4 bine yakınının Sarıkeçililer’de olduğunu tahmin ediyoruz. Bu arada, bu yıl keçi fiyatlarının yükselmesi sonucu bizden damızlık isteyenlere rastladık. Denizli’den, doğu bölgelerinden talepler almaya başladık” dedi.
memleket.com.tr sitesinden alıntıdır.
Keçi Sürüleri Spil Dağı’nda
Manisa Spil Dağı eteklerinde çeşitli mevkilerde otlayan keçi sürüleri ile karşılaşan Manisa Doğa Sporları Topluluğu Kulübü Derneği (MADOST) üyeleri, yetkilileri göreve çağırdılar.
Yapılan tüm uyarılar ve alınan tedbirlere rağmen Spil Dağı eteklerinde görülen keçi sürülerinin bir türlü önüne geçilemiyor. Geçtiğimiz hafta içerisinde Ramazan Bayramı tatilini fırsat bilerek doğada yürüyüş amaçlı Spil Dağı’na çıkan MADOST üyeleri, Kır Gebe Oluk, Göl, Yunak, Koyun Taşı, Birinci Direkli, Bey Pınarı Bayrak Direği Altı mevkiilerinde keçi sürüleri ile karşılaşınca hayretler içinde kaldılar. MADOST Başkanı Ali Haydar Özlü, bazı hayvan sürülerinin uzaktan geliş yönünün Kemalpaşa tarafından olduğunu ifade ederek, “Bu ilgin durum, Kemalpaşalıların Manisa Spil Dağı’nı meraları olarak düşündükleri hissini veriyor. Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından hassasiyetle üzerinde durulan keçi popülasyonunu kontrol altına alma çalışmaları sürerken, Manisa Spil dağında Keçi sürülerinin rahatça dolaşması, ilgili kurumların halkın desteğine olan ihtiyacını gösteriyor. Spil Dağı’na gelen piknikçi ve ziyaretçileri Manisa da yaşadığını iddia edenleri MADOST olarak uyarıyoruz. Lütfen Manisa’nın can damarı olan Spil Dağı’na sahip çıkalım. Gördüğünüz tüm hayvan sürülerini mıntıka, saat bildirerek ilgili kurum ve kuruluşlara ihbar edelim. Yoksa çok geç olacak.” dedi.
Keçi Kılı Alımı
Merhabalar Biz sağlık alanında 16 yıldır faaliyet gösteren bir şirketiz.Faaliyet alanımızı biraz genişletip bu sene farklı bir alanda üretim yapmaya karar verdik. Yeni bir iç cephe kaplama malzemesinın üretimine başladık. Keçi kelimesi bana her yönüyle en sağlıklı hayvansal ürünleri çağrıştırır ve mümkün olduğu kadar etinden ve sütünden yararlamaya çalıştığımız bu güzide hayvanın kıllarını da duvar kaplama malzememin içinde belli oranlarda kullanmaya karar verdim. Beni keçi kılının kilosunu hangi fiyatlardan alabileceğim konusunda bilgilendirirseniz sevinirim. İstediğim ağırlıklı beyaz keçi kılı kahve ve siyahı daha az oranda kullanacağım. Kolay gelsin…
Yusuf Yavuz
Türkiye hızla ve çarpık biçimde kentleşiyor. Kırsaldaki yaşam döngüsü son on yılda tuzla buz olmaya başladı. Anadolu’nun kadim köklerinden beslenerek son bin yılda ürettiği kültürel doku da bu hengamede eriyip gidiyor. Kırsaldaki sosyal ve kültürel dokuyu besleyen en önemli araçlardan biri sayıları milyonları bulan keçilerdi. Ancak Türkiye son on yıldır akıllara zarar bir keçi tartışmasının içine girerek adeta ‘keçileri kaçırmaya’ başladı. Sonunda kısman de olsa keçilerin iddia edildiği gibi ‘günahkâr’ olmadıkları anlaşıldı ama iş işten çoktan geçmişti. Çünkü bu süreçte devlet eliyle adeta ‘soykırımdan’ geçirilen kıl keçilerinin sayısı hızla erimiş ve keçi yetiştiriciliğiyle yaşamını sürdüren kırsaldaki nüfusun büyük kısmı kente göç etmek zorunda kalmıştı. 2011 Şubat’ında meclis’te kabul edilen Torba Yasa ile yaklaşık 40 yıldır ormanlık alanlara girişi yasaklı olan keçilere ‘denetimli serbestilik’ getirildi. Ancak bu düzenleme bakanlığın keçilere bakış açısını pek de değiştirmedi.
Ormanlar keçilere yasak, iş makinelerine serbest
Geçtiğimiz hafta Isparta Sütçüler’e bağlı Belence köyünde konuştuğumuz bir keçi çobanı, orman idaresinin bütün bölgeyi tel örgüyle çevirdiğini ve keçilerini bu yüzden satmak zorunda kaldığını söylüyor. Bölgedeki köylerin hemen hepsinde durum aynı. Öyle ki tel örgüler kimi köylerde evlere kadar dayanmış durumda. Bakanlığın verdiği kredileri sorduğumuzda ise, ‘kredileri yandaşlar, zenginler alıyor’ yanıtını alıyoruz. Kısacası keçi üreticileri yasal düzenlemelere rağmen hala tel örgülerin arkasına hapsedilmiş durumda. Keçi üreticisi köylülerin sokulmadığı ‘insansız’ ve ‘keçisiz’ kalan ormanlık alanlar, taş ocakları ve HES firmalarına kalmış. Kamu yararı gerekçesiyle HES şirketlerine ‘bedelsiz’ olarak tahsis edilen ormanlık alanları binlerce yıldır bekleyen köylüler çaresiz.
Keçi, erozyon ve turizm nasıl buluştu?
Peki ne oldu da Türkiye en önemli üretim araçlarından biri olan keçilere sırtını döndü. Önce 2005 yılında Adana’da yapılan bir sempozyuma uzanalım. Adı gibi içeriği de tuhaf olan, “Uluslararası Orman, Keçi, Erozyon ve Turizm Sempozyumu” başlıklı etkinlikte, kıl keçisinin Anadolu coğrafyasından silinmesi için başlatılan savaşın kılıçları çekilir ve kıl keçisi adeta lanetlenerek ormanlar için ‘yangından daha zararlı’ olduğu hükmüne varılır.
Aytaç Durak’ın keçi düşmanlığı
Ardından da Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Aytaç Durak’ın keçileri düşman ilan eden açıklamaları gelir. Sosyokültürel dokusunu ve üretim ilişkilerinin ağırlıklı olarak keçiye borçlu olan Adana bölgesindeki bu ardı ardına çıkışlar dikkat çekicidir. Durak, 2008 yılında tartışmalara neden olan ‘keçi’ açıklamasında özetle şunları söyleyecektir: ”Avrupa kıl keçisini ormanlardan çıkararak yerine, verimi daha yüksek olan ormanlar için zararı da olmayan saanen keçilerini ikame etti. Türkiye’nin de bu konuda mutlak suretle ilerleme sağlaması gerek. Orman Bakanlığımız bir yandan ağaçlandırmayla meşgul, büyük emekler sarf ediyor, tel örgüyle tohum atılan yerleri, fide ekilen yerleri çeviriyor, ama kıl keçisi sürüsü bir defa ekili alana girerse tamamını yok ediyor. Kurban Bayramı bu sayıyı azaltmak için en iyi fırsat. Vatandaşlarımız kurbanlıklarını alırken öncelikli tercihlerini keçilerden yana kullansınlar. Kıl keçisi varlığının azalmasının ormanlar için faydasının yanında kırmızı et olarak da dünyanın en kaliteli, en iyi eti. Bu bilimsel olarak kanıtlanmış durumda. O bakımdan kurban kesiminde halkımız keçiye öncelik verirse, iki taraf için de yararı olur.”
Yılmaztürk’ün ezberleri bozan ‘kıl keçisi’ raporu
Türkiye’nin keçi varlığının ‘kurban edilerek’ yok edilmesini salık veren Durak’ın çıkışları tartışma yaratsa da yeterince karşı çıkış olmadı. Ancak Türkiye’nin Durak ve onun gibi düşünen ‘ormancılara’ karşı keçilerin hakkını teslim eden uzmanları da vardı. Bu uzmanlardan biri olan Orman Mühendisi Adnan Yılmaztürk, 2008 Temmuz’unda bu yanlıştan dönülmesi için kapsamlı bir ‘Kıl Keçisi Raporu’ hazırlar.
Yılmaztürk’ün iki uzman arkadaşıyla birlikte hazırladığı rapor, Türkiye’nin aslında kıl keçisini ne kadar yanlış tanıdığını ve önyargılı baktığını ortaya koyuyordu. Başbakan Erdoğan’a da ulaştırılan rapora göre kıl keçisi bu topraklara tanrı tarafından verilmiş bir lütuftu.
‘Dağdaki çobana soran yok’
Adnan Yılmaztürk, raporunun girişinde keçi tartışmalarına ilişkin çarpıcı bir tespitte bulunuyor: “Bu tartışmalara katılan kişiler, yeri geldiğinde akademisyen, yeri geldiğinde politikacı olabiliyor ama ‘dağdaki çoban’ denilen kişi olamıyor. Kendisini çok yakından ilgilendiren bir konuda dağdaki çoban sessiz ve suskun. Oysa dağdaki çoban hepimizden çok şey biliyor. Siz, o zor yaşam koşulları altında hayatınızı sürdüremezsiniz. Ama o sürdürebiliyor. Çünkü dağdaki çobanın yaşamsal deneyimi hepimizden çoktur ve yüzyıllardır yoğrulup gelen bilgi birikimi ondadır. O çobandan öğreneceğimiz çok şey vardır. Ama hangimiz onu dinliyoruz, bu yapılan tartışmalarda onun bilgisine başvuruyoruz ya da ondan bilgi alıyoruz? Hiçbirimiz. Peşin olarak kabullenmiş bir hükümle ‘keçi ormana zararlıdır’, ‘keçi ormandan çıkarılmalıdır’ ve ‘keçi yok edilmelidir’ diyoruz.”
Keçi, yörükler için kültürel simge
Raporunda kıl keçisinin Türkiye’de en yaygın yetiştirilen tür olduğunun altını çizen Yılmaztürk, üretimin en yaygın olarak Ege, Akdeniz ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yapıldığını belirtiyor. Bu yörelerde yaşayan Yörüklerin, yüz yıllardır bölgenin yukarı havzalarında geleneksel olarak kıl keçisi yetiştirdiğini vurgulayan Yılmaztürk, kıl keçisinin Yörükler için kültürel bir simge olduğunu belirttiği raporunda, “bugün ülkemizin bazı yöreleri kıl keçisi üretim sistemi ile ön plana çıkmıştır. Bu yörelerde başka bir üretimin yapılabilmesi mümkün değildir. İşte size Isparta’dan örnekler; Dağraz Dağı ve Kapıcak Dağı. İşte size Denizli’den, Kale-Tavas ve Eskere İlçelerinde bulunan makilik alanlar. İşte size İzmir’ den Çeşme-Karaburun Yarımadası. İşte size Muğla’dan; Teke Yarımadası, Marmaris-Bozburun Yarımadası. İşte size Manisa’dan Yuntdağı Bölgesi, Demirci İlçesi. Kütahya’dan Murat Dağı. Daha da çok sayılabilir. Çünkü Antalya, Mersin, Adana ve Kahramanmaraş’ı burada saymadık. Bu alanlar hep kıl yetiştiriciliğinin yapıldığı alanlardır” bilgisini veriyor.
Üretici örgütlü değil
Türkiye’de uygulanan ormancılık politikalarının, kıl keçisi yetiştiriciliğin ormanlara zarar verdiği düşüncesiyle azaltılmasını, hatta ortadan kaldırılmasını hedeflediğini savunan Yılmaztürk, Türkiye’de son 30 yıl içerisinde kıl keçisi sayısının yüzde 58 oranında azaldığını belirtiyor. Kıl keçisi yetiştiriciliği önemli bir ekonomik faaliyet olduğunu ancak üretim sisteminin ilkel ve yetersiz kaldığını vurgulayan Yılmaztürk’e göre birçok yörede örgütlü üretimin yapılamaması et ve süt verimini düşürüyor. Yılmaztürk’e göre, üreticilerin yüzde yetmişinin örgütlü olamamalarına bir neden de birliğe üye olmanın ön koşullarından birisinin de sahip olunan kıl keçisi miktarının bildirilmesi. Çünkü üreticiler kıl keçisi sayılarının resmi kurum ve kuruluşlar tarafından bilinmesi halinde kendilerine zarar verileceğine ilişkin endişeler taşıyorlar.
Ağaçlandırmaya elverişli olmayan alanlar üreticiye açılsın
Raporunda, Orman Genel Müdürlüğü’nün, Kermes ve Boz Pırnal Meşesi ile ağaçlandırmaya elverişli olamayan orman alanlarını, kıl keçisi yetiştiren köylülerin kullanmasına izin vermesi gerektiğinin altını çizen Yılmaztürk, keçi yetiştiricilerine, kendilerine zarar verilmeyeceği yönünde güvence verilmesi gerektiğini belirtiyor: “Kıl keçisi yetiştiricilerinin diğer meslek örgütlerinde olduğu gibi ‘Koyun ve Keçi Yetiştiriciliği Birliği’ üye olması sağlanmalıdır. Böylece, orman idaresinin muhatabı tek tek keçi yetiştiren kişiler değil, keçi yetiştiricileri birliğinin kurumsal temsilcisi olacaktır.”
Isparta’nın kıl keçisi yüzde 70 azaltılacak
Bakanlığın eylem planına göre bu çalışmanın yapıldığı il olan Isparta’daki mevcut kıl keçisi sayısının 161 bin olduğunu belirten Yılmaztürk, beş yıllık uygulama sonucunda bu sayının yüzde 70 oranında azaltılarak 49 bin’e düşürüleceğini vurguladığı raporunda, bu planın kıl keçisi yetiştiren kişilerin görüşleri alınmadan hazırlandığını öne sürüyor: “Orman kaynakları ile kıl keçi yetiştiriciliği arasındaki ilişkilerin çözülmesinde insan unsuru dışlanmıştır. Oysa kıl keçisinin ormanda otlatılmasına karşı alınacak önlemler teknik olduğu kadar, sosyoekonomik içeriklidir.
Devletin parası gereksiz yere harcandı
Hayvancılık en az ormancılık sektörü kadar önemli ülkemiz için vazgeçilmez bir sektördür. Makilik alanlar ve Kermes meşesinin bulunduğu alanlar keçi otlatması açısından önemli alanlardır. Bu alanların Türk ekonomisine katkısı endüstriyel orman alanlarından daha fazladır. Bu alanların makine ile sökerek normal bir alana oranla 2-3 kat daha fazla para harcayarak çam-sedir dikilmesi isabetli bir çalışma değildir. Yapılan arazi incelemelerinde maki ve kermes meşesinin sökülerek yapılan ağaçlandırma çalışmalarında ileriki yıllarda, (20-30 yıl sonra) maki ve kermes meşesinin büyüme enerjisinin güçlü olması ve kök mücadelesi sonucu sahaya tekrar hâkim olduğu gözlenmiştir. Buralara dikilen çam ve sedir ağaçları sağlıklı bir orman ve kapalılık oluşturamamıştır. Bu yanlışla devletin parası gereksiz yere harcanmış ve yöre hayvancılığı bu sahaların otlatmaya kapatılması sonucu yok edilmiştir.”
Türkiye’deki kermes meşesinin genel yayılışı alanları da tarım ve ormancılığın endüstriyel ağaç türlerinin yetişmekte zorluk çektiği alanlarda kaldığını anımsatan Yılmaztürk, raporunda, özellikle tarım arazisiyle çevrili aynı zamanda yangına dayanıklı olan kermes meşesi sahalarının sökülerek yangına çok hassas türler olan çam ve sedirle yapılan ağaçlandırmaların ileriki yaşlarda özellikle sıklık çağında ekin anızından kaçan orman yangınları sonucu yanarak büyük hasar gördüğünün altını çiziyor.
İşte kıl keçisi raporundan önemli satır başları
-Özellikle saf çam ormanları biyolojik çeşitlilik açısından fakir ormanlardır. Orman varlığında önemli yer tutan yaban hayatının varlığını sürdürmek için maki ve kermes meşesi sahaları çok önemli alanlardır. Bu türler otlatmaya dayanıklı türler olup otlatma taşıma kapasitesi de çok yüksektir. Bu alanlar yaban hayvanların yem deposudur. Özellikle kermes meşesi sahaları toprak koruma açısından kuvvetli kök yapısı nedeniyle çok önemlidir.
Keçiler orman yangınlarını önlüyor!
-Orman yangınlarının önlenmesinde kıl keçilerinin önemli fonksiyonları bulunmaktadır. Orman yangınlarını küçük alanlar içinde tutmak ve yayılmasını önlemek amacıyla her yıl, binlerce kilometre yangın emniyet şeridi ve yolu tesis edilmektedir. Keçilerin açtıkları patikalar, doğal yangın emniyet yolu ve patikası görevi yapar. İnsanoğlu, için bu patikaları açmak ve tesis etmek pahalı ve zordur. Keçiler bunu yaparak, çıkan yangınların önlenmesine katkıda bulunur.
ABD yangınla mücadelede keçileri kullanıyor
-Keçiler yetişkin ağaçların bulunduğu bir alanda otlatılırlarsa, ormana zarar değil yarar getirir. Çünkü yetişkin ağaçların çevresindeki bütün bitki örtüsünü temizlerler. Böylece yangının yayılma riskini artıran unsurlar ortadan kaldırılır. Bir yangın çıktığında alevler, zemindeki arazide bitki kalıntısı kalmadığı için yayılamaz. Böylece, yetişkin ağaçların bulunduğu sahadaki yangın yayılma olanağı bulamaz. Nitekim Amerika Birleşik Devletleri, orman yangınlarıyla mücadelede keçileri etkin bir şekilde kullanmaktadır. ABD ‘de keçiler yetişkin ağaçların bulunduğu ormanlık alanlara bilinçli olarak otlatılmaktadır.
Keçi giderse kene gelir
-Ülkemizde kene tarafından ısırılan insanların ölümüne şahit olunmaktadır. Kenenin, bu kadar yaygın olmasının nedenleri arasında kırsal yöredeki hayvan sayısının az olması ya da azaltılmaya çalışılmasıdır. Kenenin en büyük düşmanı kuşlar ve açık alanda gezinerek beslenen kümes hayvanlarıdır. Normal olarak kene insanlara saldırmaz ve ısırmaz. Ama konukçu olarak beslenemeyeceği hayvan bulamadığı zaman insana saldırmaktadır.
Anne sütüne en yakın süt, keçi sütü
-Keçinin hiçbir evcil hayvanın ulaşamayacağı ve otlayamayacağı bitki türlerini yiyerek ana sütüne en yakın kalitede süt ve et üretebilen tek evcil hayvandır. Keçi, otlama yoluyla bileşeni olduğu ekosistemler üzerinde etkili olmakta ve tür zenginliğini olumlu yönde etkileyerek biyolojik çeşitliliğe katkı yapmaktadır.
Türkiye’de azaltılıyor, dünyada yüzde 60 artıyor!
-Son yirmi yılda, Türkiye keçi sayısında önemli düzeylerde azalma gözlemlenmektedir. Hayvan sayısında azalma, birim verimlilik artışı konusundaki etkinliklerinin de başarılı olmaması nedeniyle toplam et, süt ve deri üretimimizde önemli gerilemeler yaratmıştır. Dünyada ise Türkiye’nin tam aksine bir süreç işlemekte olup, dünyadaki keçi sayısı yüzde 60 artmıştır. Günümüzde Amerika ve Avrupa’nın bazı ülkelerinde et ve inek sütü üretimi oldukça fazla olmasına rağmen keçi yetiştirmek için özel çiftlikler kurulmaktadır. Bu çiftliklerden elde edilen sütler oldukça yüksek fiyatlarla satılmaktadır.
Keçi, 3 milyon kişiye iş sağlıyor
-Keçi yetiştiriciliği ağırlıklı olarak ormanlık ve dağlık alanlardaki işletmelerde yapılmaktadır. Çünkü doğal koşullar nedeniyle bu alanlarda diğer hayvancılık faaliyetleri yapılamamakta veya çok düşük düzeylerde yapılmaktadır. Türkiye’de yaklaşık 500 bin adet işletmede keçi yetiştiriciliği yapılmakta ve bu üretim kolu yaklaşık 3 milyon kişinin gelirine katkıda bulunmaktadır.
Adaptasyon ve direnç sembolü
-Keçiler kötü çevre şartlarında kolaylıkla yetiştirilebilmektedirler. Diğer çiftlik hayvanları tarafından değerlendirilemeyen dağlık bölge meralarını değerlendirebilirler. Diğer çiftlik hayvanları tarafından değerlendirilemeyen kaba yemleri değerlendirebilirler. Et, süt, kıl, tiftik, deri, post, barsak, gübre gibi çeşitli amaçlarla kullanılabilen çok sayıda ürüne sahiptirler. Bitkisel üretim yapılacak arazisi bulunmayan orman içi ve kenarı yerleşim birimlerinin en önemli ve tek geçim kaynağıdır. Büyükşehir kenarı ve yakınında yaşayan düşük gelirli yetiştiricilerin süt ve et gereksinmesinin karşılanmasını sağlar. Yetiştiricinin her an kolaylıkla paraya dönüştürebileceği hayvanlardır. Basit ve ucuz maliyetli barınaklarda yetiştirilebilirler. Adaptasyon ve hastalıklara direnç yetenekleri yüksektir.
Küresel ısınmaya karşı kıl keçisi
-Önümüzdeki yıllarda küresel ısınma ve kuraklık, insanoğluna birçok olumsuzluklar getirecektir. Konya Ovasına bakınız, çöl görünümüne almaya başladı. Küresel ısınma ve kuraklık bazı bitki ve hayvan türlerinin yok olmasına neden olacaktır. Kuraklığa dayanaklı türler ise ayakta kalabilecektir. Kıl keçisi, kuraklığa ve susuzluğa dayanaklı bir hayvan olup, yine kuraklığa ve susuzluğa dayanaklı odunsu bitki türleriyle beslenmektedir.
Ormancılığın keçi politikası ‘ortadan kaldırma’ üzerine
-Ormanlardan faydalanmak sadece endüstriyel odun elde etmek değildir. Ormanlık alanlardan ülke ekonomisine ekolojik dengeler içinde fayda sağlayan her türlü faydalanma şeklini planlı ve sürdürülebilir bir şekilde yapılması sağlanmalıdır. Ormancılık keçi hayvancılığını hiçbir araştırma yapmadan ortadan kaldırmak bir politika haline getirmiştir.
Çobanın hakkı madencilere
-Hayvancılık sektörü en az ormancılık sektörü kadar bu ülke için gereklidir. Ülkemizdeki insanlar temel besin değeri olan eti yeterli alamamakta ve sağlıklı nesiller yetişememektedir. Keçi hayvancılığı ülkemizin en fakir kesimi olan orman köylüleri tarafından yapıldığı için bu kesim bu yanlış politikaya seslerini çıkaramamaktadır. Takdir edilir ki maden ve taş ocaklarının, ormanlara ve doğal ekosisteme daha fazla zarar verdiği aşikârdır. Fakat madenciler nüfuzlu oldukları için maden kanunu ile hakları korunmaktadır.
Türkiye, keçilerini yok etmekle meşgul
-Keçi bir orman ürünüdür nasıl yaylaların yüzde 64’ünün erozyona açık ve yüzde 70-80’ninin bozuk ve verimsiz olmasının sebebi kontrolsüz koyun otlatmasıdır. Yaylaları iyileştirmek için koyunları ortadan kaldırmak ne kadar mantıkla bağdaşmaz ise ormancılık içinde keçiyi ortadan kaldırmak o kadar isabetsiz bir anlayıştır. Bugün dünyada en çok tüketilen et keçi eti ve hatırlanması gereken bir diğer önemli nokta, keçinin koyun ve inek gibi hayvanlara oranla çok daha zor şartlarda ve susuz alanlarda yaşabiliyor olmasıdır. Küresel ısınmadan en çok etkilenecek ülkelerden biri olan Türkiye ise keçilerini yok etmekle meşgul.
Ülke için zorunluluk
-Ormanlarımız yenilebilen bir doğal kaynağımız olarak sürdürülebilir kullanım mantığı ile çok yönlü faydalanma esas alınarak planlanmalıdır ve işletilmelidir. Ülke ekonomisi, nüfus artışı sağlıklı beslenme göz önüne alınarak otlatma fonksiyonu da göz önünde tutularak planlı otlatmaya açılmalıdır. Ülkemizde yapılan başıboş ve plansız keçi hayvancılığını zaman- mekân ve taşıma kapasitesi düzenlemesi yaparak sürdürülebilir hale getirmek ülke ekonomisi ve yöre insanı için bir zorunluluktur.
Orman Genel Müğdürlüğü’nün kıl keçisine bakış açısı değişmeli
-Orman Genel Müdürlüğü, kıl keçisi ve yetiştiricilerine yönelik bakış açılarını değiştirmelidir. Çünkü. keçi eylem planında önerilen hiçbir hayvan türü, kıl keçisinin alternatifi değildir ve kıl keçisinin yaşadığı ekosisteme uyum sağlayamaz.
ulusalkanal.com.tr
Anahtar Kelimeler: Keçi, Orman, Yasak, Yangın
KOVULMAK İSTENEN KİM!
Et tüketilmeyen sofralarda çocuk büyütmek
Hayvansal kaynaklı gıda grubunun bir çeşidi olarak etlerin, içerdiği besin öğeleri ile insan organizmasının doku yapım ve onarımında büyük bir önem taşıdığı; insanların sağlıklı ve dengeli beslenmesinde nasıl bir yer tutuğu Uludağ Üniversitesi (UÜ) Veteriner Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Mustafa Tayar’ın aşağıdaki saptamalarıyla 13 Temmuz 2010 günü haber sütunlarında yer almaktaydı.
“Türkiye’de büyüme geriliği problemlerinin sebebi de proteince zengin gıdalarla beslenilmemesidir. Beyin gelişiminin yüzde 90’ı 3 yaşına kadar tamamlandığı için, enerji ve protein yetersizliği, zekâ gelişimini olumsuz etkiler. Bu yüzden beyin gelişiminin sağlıklı olması için çocuk yaşta et tüketimi büyük önem taşıyor. Özellikle demir, ette organizmanın kolay özümseyeceği şekilde bulunur. Bu yüzden kansızlık tedavisinde et fazlaca önerilen bir temel besin maddesidir. Kırmızı et yerine proteinin bitkisel kaynaklardan karşılanması mümkün olabilir ancak önemli bazı aminoasitlerin vücuda alınması gerekiyor. Bunun için de kırmızı et tüketmek gerekiyor.”
Aynı haber sütunlarında yer alan Türkiye Kasaplar Federasyonu Başkanı Fazlı Yalçındağ ise Türkiye’de yıllık kişi başına kırmızı et tüketiminin 12 kilogramda kalmış olduğunu belirterek ”AB ülkelerinde bu rakam domuz etiyle birlikte 62 kiloya ulaşıyor. Türkiye’nin aksine Avrupa’da beyaz et tüketimi, kırmızı ete oranla düşük kalıyor. TÜİK rakamlarına göre 2009’da et üretimi, bir önceki yıla göre yüzde 14,5 azaldı. Bu durum tüketime de yansıdı. Zaten az olan kırmızı et tüketimi daha da düştü.” diyerek bu yıl (2010) için yüzde 20-25 arasında bir üretim daralmasına dikkat çekerek :
”Üretimdeki daralma tüketimde azalma demektir. Yüzde 20 azalma bile olsa yıllık kişi başına düşen tüketimin 10 kilogramın altına indiği anlamına geliyor. Yani günlük kişi başına tüketim yaklaşık 32,8 gramdan, 27 grama kadar ” düştüğünü oysa “ Sağlıklı beslenme için günlük ortalama 100 gram et” önerildiğine vurgu yaparken haberin bir başka paragrafında Prof. Dr. Mustafa Tayar’da “ Özellikle büyüme, gelişme çağındaki çocuklar, hamileler, orta yaşın üzerindeki yetişkinlerde günlük beslenmede ortalama 100-150 gram etin tüketilmesi gerektiğini” bildirmekteydi.
Bu haberin yer aldığı tarihten önce medya başlıkları yükselen et fiyatları üzerineydi. İthal etin de çözüm olarak sunulduğu haberler bir birini kovalıyordu. Ancak üretim daralmasındaki bir nokta haberlerde hiç yer tutmadı. Bu konu küçükbaş hayvan yetiştiriciliği ve özellikle keçi yetiştiriciliğinin üretime etkisiydi. Bu yazıda keçi yetiştiriciliğini yok etmek üzere çoktan estirilen bir yönlendirme üzerinde durulacak, ulus olarak yeterince et tüketmeyen sofralarda çocuk büyütmemek için keçi yetiştiriciliğinin nimetlerine dikkat çekilecektir.
Harâçgüzar olmak
Osmanlının köhne yüksek öğrenim kurumu Darülfünun, ulusal kurtuluş savaşımına kayıtsız kalmış, Cumhuriyetle birlikte başlayan milli yükseliş için de aynı kayıtsızlığı sürdürmekteydi. Cumhuriyet hükümetlerinin önceliği akademik iyileştirmelerdi. Hükümetin buna dair teşvikte bulunmasına karşın Hukuk Fakültesinin kitaplığı bile birkaç sandığa sığacak kadar az olan! Cumhuriyet devrimlerine sarılamayan bu kurum, köhnemiş akademik ruh ve yapısından vazgeçmenin belirtilerini bir türlü gösteremiyordu.
Kapatılıp, yerine çağdaş bir üniversite kurma kararı alınmıştı. Bu amaç doğrultusunda 1930’dan itibaren akademisyen adayları yurtdışına gönderilmişti. Atatürk’ün son devrimi üniversite reformunun miladı Nazi Almanya’sından kovulan uluslararası niteliklere sahip bilim adamların genç cumhuriyetimizin davetini kabullenmeleriyle hızlanacaktı.
Nihayet; 1 Ağustos 1933 günü ilk çağdaş üniversitemiz açılıyordu. Reformun kurmay başkanı olarak dönemin Milli Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip Bey İstanbul Üniversitesindeki açılış konuşmasında dinleyicilere şöyle seslenmekteydi:
“Yalnız ders okutulan, ilmi-fenni (bilim ve teknik) araştırmalara ve çalışmalara hiç denecek derecede yer verenbir Darülfünun ile hiçbir zaman Türklerin öz malı bir ilim yaratılamaz.Ve Türk milleti yabancılara ilmi telakkilerin (anlayışlarının) harâçgüzarı olmaktan (haraç vergisini kabullenmekten) kurtarılamaz”
Üniversiteyi bilim politikalarının karargâhı yaparak; Türklerin öz malı bilim yaratmakta görevlendirerek,ilerlemenin yolunu gösterenDr. Reşit Galip’in bu arzusunun bilişim çağına girdiğimiz günümüze ne kadar isabetli olduğu ancak gerçekleşme yolunda ise ne kadar az ilerlediğimizi düşünerek hayıflanmamak elde değil.
Türkiye kaç patentin sahibi sorusunu sorduğumuzda uluslararası rekabette nerede bulunduğumuz iç burkacak seviyededir. İçimizi burkacak olgular sadece sanayi patentlerinde mi! Ne yazık ki hayır.
Kendi topraklarının biyolojik değerlerine dahi sahip çıkamamış bir durumda olduğumuzun en iyi örneği dedelerimizin ekip biçtiği tohumlarla değil, tohuma duramayan, ekildiğinde çimlenmeyen ürünlerle kurulan tatsız, tuzsuz sofralarda yaşamaktayız. İş, başkalaştırılmış yabancı tohumlarla yapılan tarımla da kalmıyor.
Sıra tüm ırk –gen üstünlüklerine karşın keçi cinslerimizde!
Sakın ha! “Keçilerimiz toptan yok olsa da ormanlarımız kurtulur” demeyiniz. “Keçi orman düşmanıdır. “ büyük yalanına kanmışsınız demektir…
Keçi cinslerimizi yok etmeye değinmeden önce bu yalanı çürütecek bilgileri sunalım.
Üç metreye doğru boy tutmuş ağaçların hâkimiyetindeki ormanlara keçi yetiştiriciliğinin zarar vermesi olası değildir. Bu boya gelmemiş ağaçlandırma seviyesindeki ormanlar korumaya alındığında zarar söz konusu değildir.
Bu koruma bilincine en büyük iştirakçi keçi yetiştiricisinin kendisi olacaktır. Çünkü yetişkin bir ormanın bereketi onun daha çok verim almasını sağlayacaktır.
Keçi, orman dip örtüsü üzerine gübre bırakarak yeşil kalmasını sağladığı gibi kaldırdığı gazel nedeniyle de keçi yolu dediğimiz doğal yangın önleme bantlarını da oluşturarak; orman yangınlarının güç ilerleyeceği alanları kazandırır.
Keçi, orman dip örtüsünde bırakmış olduğu gübresiyle bitki çeşitliliğinin artmasına dolayısıyla bu çeşitlilik nedeniyle örtünün yeşil kalış süresini uzatır. Bağlı olarak erozyona daha dirençli yüzeyler oluşmasına vesile olur.
Keçi, bilinçsiz çoban yoluyla ormana zarar verebilir. Ancak bu zarar genç ormanlar için geçerlidir. Fakat ormana asıl zarar veren orman içi yapılaşmadır.
Önce gecekonduculukla sonra getirim(rant), keyfiyet ve siyasi yozlaşmayla site, villa, yazlık tipi yapılaşma ile İstanbul ormansız bırakılmış bir kentimizdir.
İstanbul’un kaç keçisi vardı ki ormansız kaldı!
Babaannemin Keçileri
Daha çocuk denilecek yaştaydım. Orman Bakanlığının uygulamaları nedeniyle keçi yetiştirilmesi Erzincan Kemaliye’de yasaklandığında babaannem karalar bağlamıştı. Artık, güzleri İstanbul dönüşlerine önceden olduğu gibi kurutulmuş et ve kavurma paketleriyle gelemiyordu. Her yıl keçi gübresiyle şenlenmeyen toprak da az ürün veriyordu. Babaannemin ambar nakliyatı ile üretip gönderdikleri artık otobüs bagajına sığacak kadar azalmıştı.
Daha mart yaklaşırken başlayan “bağım, bahçem” diye başlayan babaannemin yolculuk sevinç ve telaşı da eskisi gibi değildi. Okuryazarlığı olmadığından kış boyunca bana yazdırdığı mektuplarda yakınlarına emanet edip geldiği keçilerini artık sormuyordu. Ara sıra keçilerinin yerine aldığı ineği de daha sonra soramayacaktı. Çünkü ona bakan yakınlar da geçim derdi yüzünden köyden göçmek zorunda kalmışlardı. Ne kendi inekleri ne de bakım hakkı olarak babaannemin ineğinden sağılan sırf kendi ihtiyaçları için bile onlara yetmiyordu. Göçmeden önce koyun denemişler ancak keçi kadar dayanıklılık gösteremeyince hayvanlar kırılmış, bu son çare de tutmamıştı.
Coğrafi koşullar nazik bir hayvan olarak koyun yetiştiriciliğine olanak tanımadığından sığır bakılarak bu boşluk doldurulmak istenmişti. Fakat verimli olmayışı görülerek yüzler kente doğru dönmüştü. Bu hal tüm doğu ve güneydoğuda ormancılık adına aynıydı. Bölge sistematik olarak fakirleşiyor ve demografik, sosyolojik kriterler değişiyordu.
Durum adeta ormancılığın araç; göç ettirmenin amaç olduğu bir plan gibiydi. Keçiler kaldırılınca köylerdeki insanımız göçe zorlanmıştı. Bu göç kafileleri İstanbul’un ve diğer kentlerin ormanlarına doğru akacaktı.
Babaannemin niye karalar bağladığını çok sonra anlayacaktım. Giderek köyde kimse kalmayacak köy, yazları nostaljik geziler durağına dönüşecekti. Üretimsizliğiyle köyümüzü, kademesiz göçlerle de kentimizi kaybetmiştik.
Dağlarda keçiler otlatılmazsa
Bu sürecin başlangıcını 70’lerin az öncesinde başlatılan “ keçi orman zararlısıdır, yasaklanmalıdır” anlayışının yer bulduğu tarihle başlatabiliriz. O tarihten bugüne kazanılan cılız ormanların büyük bölümünün de terörist sığınağı olmasın diye yakılması da işin cabası…
Keçiyi kaldırmak; göç yollarını açıp, çarpık kentleşmeyi azdırmış, başta büyük şehirlerde kent kültür değerleri hızla erozyona uğrarken diğer yanlış politikalarla birlikte doğunun yaylalarında önce işsizlik, fukaralık ve ardından ayrılıkçı terör yeşermekteydi.
Keçileri köylerden, yaylalardan, dağlardan sürgün edince doğunun Paris’i diye nitelenen etnik kimlikler harmanında Diyarbakır’ı, dış politik yöneltmeleri bir yana bıraktığımızda bir cumhuriyet kenti olmaktan bugünkü haline getiren nedenleri sıralarsak en başa keçi sürgününü koymalıyız. Bu sürgün sonrasında gelişen göç terörüyle kentlere mesleksiz, işsiz olarak katılan kırsal nüfusun gerek kırsalda gerekse kentlerde etnik tuzaklara derman diye sarılmasını da ikinci sıraya…
Yeterince sanayileşmeden gelen göçle Diyarbakır’ın demografisi değişmedi mi? Az çok köyünde mezrasında karnı doyan köylü kente gelip, sınıf atlamak şöyle dursun işsiz kalıp sınıf düşünce kahvehane köşelerinde etnik ayrılıkçı hatiplerin nutuklarına teslim olmadı mı?
Bundan ders çıkartmak yerine şimdilerde Toroslar’dan da keçilerimiz sistematik olarak kaldırılmak isteniyor. Niye!
Oralarda da bir demografik değişiklik mi sağlanmak isteniyor! Keçisiz geçinemeyen Yörük’ün boşattığı topraklara bir yandan geçim sıkıntısı diğer taraftan terör baskısı nedeniyle daha çetin koşullarda yaşayanlar yerleşirse; ne oluru düşünen var mı? Oralara kıt kanaat yerleşenler de nüfus artışlarına paralel bir göçe açık olup, yine sanayileşmesi yetersiz kentlerin işsiz kitlesi olmayacaklar mı?
Ya Yörükler! O dağlarda kültürlerinin son ateşini gözyaşlarıyla söndürüp, büyük kentlerin işsiz yurttaşları olmayacak mı? O dağların üretimsizliği göçülen büyük kentlerde et, süt fiyat etiketlerini tüm halkın aleyhine yükseltmeyecek mi?
Her taş yerinde ağırdır diye düşünen ve herkes kendi doğduğu yerde doymalı diye düşünen var mı? Yoksa bir sinsi organize planla mı karşı karşıyayız!
Dr. Reşit Galip’in Atatürk’e yazdığı 15 Kanun-ı evvel 1927 tarihli mektuptaki ayrıntı çok dikkat çekicidir.
“Söz Avni Paşa dolayısıyla Adana çiftliğine, çiftçilikten asayişe, oralarda asayişi ihlal edenlerin ve hapishaneyi dolduranların Kürtler olduğuna, her sene gelen Kürt işçilerin sakin köyleri izaç (rahatsız) ettiğine intikal etti. Bendeniz Pierre Redan isminde bir Fransız muharririnin (yazarının) 1921 ‘de Kilikya hakkında yazdığı bir kitapta, Kürdistan’dan Kilikya’ya yarım asırdan beri bir muhaceret (göçmenlik) kanalı açılmış olduğuna, şimdiden orada 30-40 bin Kürt yerleştiğine ve Kilikya ziraatı inkişaf ettikçe Şark Vilayetlerinden denize doğru akanların çoğaldığına ve Fransa’nın amali nokta-i nazarından (emelleri doğrultusunda) bunun faideli (olumlu) bir hadise olduğuna dair mütalaat serd ettiğini ( yorum açıkladığını) hikaye ettim.
Bize biraz öteden kulak misafiri olan Necip Asım Bey, bahse alakadar olarak geldi, bilmem hangi Ermeni mebusun bir zaman söylediği bir temsil usulünden bahsetti. O esnada Trabzon Mebusu Hasan Bey de müsahabeye iltihak etti (tartışmaya katıldı).”
Tarihin bize verdiği bu ipucundan sonra günümüze bakalım:
Mesele etnik kimlikler arası bir mesele değildir. Hele ki ulusalcı düşünce konuya öncelikli olarak böyle bakmaz. Osmanlının batıdan aldığı tehdit, Cumhuriyeti kuran güçlerce savuşturulmuş ancak bina edilen Cumhuriyetin üzerine en doğru tehdidin doğudan kendi coğrafyasından sürdürülmesi politikası yeni sömürgeci anlayışın esas politikası olarak benimsemiştir.
Bir anlamda İngiltere’nin başrolde olduğu batıdan ve doğrudan uygulamalar, Lozan sonrası terk edilmiş, sabırlı Fransızların beklentileri önce Şeyh Sait isyanıyla İngiltere tarafından sahiplenilip, güdümlendirilmesiyle güncellenmiş, güncellemenin aktörlerinde giderek sadece başrol oyuncusu değişmiş ancak bedhahların emelleri değişmemiştir.
Anadolu’nun koynunda bin yıl birlikte yaşayan etnisitenin ayrıştırılabilinmesi için önce yurtlarının fakirleştirilmesi gerekmektedir. Ortak çıkarları gözetemeyecek kadar geriletilmiş bir anlayışın, zihniyetin (mantalitenin) geliştirilmesi gerekmektedir. Artık iyice su yüzüne çıkmış psikolojik harbin mantalite üzerindeki etkisi bir yana sadece hücresel akli (mental) zeminden baktığımızda hayvansal proteinden az yararlanan toplumlarda mental kayıplarla bu sinsi harbin, netice vermesi kolaylaştığı gibi zenginliğin paylaşılamadığı toplumlarda fakirleşme sınıfsal olan esas çatışmanın etnisiteye temellendirilerek; düşman kamplar yaratılmasına da zemin verecektir. Buradaki ifadeyi somutlaştırmak gerekirse şöyle söyleyebiliriz. Ana karnına düşen bir bebeğin beyin gelişimini bilgisayar işlemcilerinin gelişimi gibi düşünelim. Biliyorsunuz ki bilgisayar işlemcileri 486 P işlemciden i7 işlemciye doğru yükseldi ve gerekli emek ve yatırımla daha da gelişecek. Bilgisayarlar geliştikçe sorun çözme yetileri artmaktadır. Beyni bir işlemci gibi gördüğümüzde yeterli beslenme kalitesi o beynin 486 P mi yoksa daha ileri bir işlemciye dönüşeceğinin belirleyicisidir. İşte beyinin yapı taşlarını oluşturmakta kırmızı etin önemi bu noktadadır. Sorunları çok yönlü ve derinliğine algılayan beyinler yaratmadıkça eğitim de akıntıya çekilen bir kürek gibi kalacak ve psikolojik harbi yenmek söz konusu olamayacaktır. Çünkü yetersiz beslenen toplumlar düşük toplam mental kabiliyetleriyle eğitime de kapalı beyinlere sahiptir. Demokratik tercihleri bu doğrultuda tartışmalı kalacaktır. Yönlendirilmeye açık zekâ seviyeleriyle dost ile düşmanı birbirinden ne kadar ayırabilir ki! İşte bu nedenle kaynak zengini bir yurdun halkını aç bırakmak sömürgeciler için kaçınılmaz taktik bir tercihtir.
Bu nedenle ulusumuzu Türk’ü ile Kürt’ü ile aç ve yoksul bırakmak planlardan biri de keçi yetiştiriciliğini geriletmek, yok etmektir.
Ormanların korunması ileri sürülerek keçi yetiştiriciliğini yasaklaması ile başlatılan bu planın bir parçası da ekolojimize uygun keçi ırklarımızı, ekolojik şartlarımıza uygun olmayan yabancı ırklara yer değiştirmesini sağlamak ya da bilinçsiz melezlemelere teşvik etmektir. Burada uzun erimli amaç toprağımızla uyumluluğuyla, dayanıklılığıyla bilinen, süt kalitesi yüksek keçi ırklarımızı yok ederek; coğrafi uyumu olmayan, dayanıksız keçi ırklarının zamanla kırıma uğraması veya verimsizleşmesiyle tercih edilmeyerek; keçi yetiştiriciliğinin sona erdirilmesi amaçlanmaktadır. Keçi gen havuzumuzun boşalması anlamına gelen bu senaryonun geriye alınması en iyimser tahminle zor olacaktır. Bu süreçte ulusumuz aç, keçi yetiştiricisi ise yoksulaşacaktır.
“Onlar da sığır yetiştirsin “ diyorsanız. Yine batının kendi çıkarlarına uygun bir planın tuzağındasınız demektir. Şöyle ki:
Ülkemiz yüksek boylu otlarla bezeli meralara sahip olmamasına karşın sığır besiciliği batılılarca özendirilmiş yanlış politikalar ile de teşvik edilmiştir. Bağlı olarak küçükbaş hayvanlarımız dağ başlarında, çayırlarda gezinmedikçe otlaklar kısırlaşmakta ve iyileştirilmesi için tohumlama olmak üzere hiçbir çaba da sarf edilmemektedir. Hayvan yemine bağlı yetiştiricilik ile yüksek maliyetlerle sığır besiciliği yapılmakta ve bu süreç halkın satın alma değerlerinin çok üstünde etiketlerle karşılaşması ile neticelenmektedir. Dolayısıyla hücresel beslenmesi bozuk bir toplumun sağlık giderlerinin artması kaçınılmazdır. Fakat daha da vahim olan mental alandaki ulusal kayıplarımızdır. Çünkü bu kayıp bir kuşağın ötesine taşmaktadır.
Bu iyi niyetli olmayan batı senaryosunun ilerleyişinde rol sahibi bir unsur da aslında bilimsel anlamda tartışmalı tıbbi önermeler doğrultusundaki sığır (ve tavuk) etine olan yönlendirmedir. Oysa büyükbaş hayvan yetiştiriciliği meralarda yapılamaz, yapay yemlerle yapılırken; tıbbi anlamda önem arz eden nokta insanların tükettiği etlerin doğal –organik beslenip beslenmediğidir. Koyun ve keçi yetiştiriciliği meralarımızın bitki örtüsünden yararlanarak üstelik bu nedenle daha ucuz olarak organik et ve süt sağlarken; tıbbi gerekçeler de bir kolesterol masalı olarak kalmaktadır. Çünkü kolesterolden önce düşünülmesi gereken çocukların beyin- zekâ gelişiminin bireysel ve toplumsal önemidir.
Ne var ki! Tıpkı kolesterol – koyun arasındaki tartışmalı bağıntı bazı bölgelerimizde keçi etinin bağırsak sorunu yaşattığı sanısıyla vardır. Bu nedenle de keçi etinin düşük kolesterol değerlerine rağmen talep sığır etine yöneltilmiştir. Bu hal keçi, üretimini sınırlandıran bir başka olgudur. Böylelikle zaten pahalı bir maliyeti olan sığır eti, alternatifsiz ve yetersiz et arzının olduğu piyasalarda her sofranın ulaşamayacağı etiket fiyatlarına ulaşmaktadır. Bu noktada koyun yetiştiriciliğinde de durum aynı noktada olup; mera besiciliğiyle üretilebilen koyun eti, yapay üretilen sığır eti adına ötelenmiştir.
Yeterli kırmızı et tüketimi şartları oluşmadığından anne karnından başlayarak, gelişim çağındaki kuşaklar mental (zeka) kayıplara uğrarken tüm kuşaklar toplamında diğer hücresel kayıplarda söz konusudur.
Oysa bu kaybı önleyecek olan koyun ve keçi yetiştiriciliğidir. Hastalığa direnç, iklime uyum, coğrafi şartlar ve bir biyolojik savaş ihtimaline göre gen havuzunun dirençli genlerden oluştuğu keçi ırklarımız ulusal güvence alanlarımızdan birdir. Ve meralarımız kısa boylu ot çeşitleriyle bezeli olup, sığırcılığa uygun değilken; koyun ve keçi üretimine elverişlidir.
Et ve süt gereksinimimizin önemli bir bölümünü ekolojik değerler toplamında öncelikli olarak sağlayacak olan keçi yetiştiriciliğine sırt çevirmeye anlam vermek olası değilken; toplum sağlığımız adına sorulması gereken sorularımız olmalı.
Yarar zarar ölçeği içinde keçiye baktığımızda düşük kolesterol değerli etiyle, biyolojik yararlılığı yüksek sütü ve lezzetli peynir çeşitleriyle, sayacılıkta makbul derisiyle fakir köylümüzün keçi yetiştirmesine dolayısıyla keçiye neden düşman olduk!
Kim düşman etti!
– “Ormana hiçbir hayvan keçi kadar zarar veremez. Akdeniz çevresindeki dağların çıplaklığı mahvedici keçinin eseridir.” (İsviçreli doğa bilimci Karl C. Vogt)
– “Türkiye’de 15 milyon keçi var ve ormanda otlanıyor. Bu gidişle burada ormanlar tükenir.” (50 yıl önce İzmir Kâğıt Tesisleri’nin talebi üzerine gelen ve Bolu Dağları’nda araştırmalar yapan İsveçli uzman Schfiled)
Bu bilgileri verenler mi?
Bilimi Türk’ün öz malı yapamadığımızdan mı?
Elbette ki sonuncusu. Ancak yürek serinleten bir yola girildiğini hemen müjdeleyelim.
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Ziraat Fakültesi Zootekni Bölümü Araştırma Görevlisi Dr. Cemil Tölü, TÜBİTAK tarafından desteklenen araştırma projesinde toplumda söylenen ”keçi her otu bırakır, çalıya ya da ağaca koşar” yargısını geçersiz olduğunu kanıtladığını bildirmektedir.
Saanen keçisinin son yıllardaki popülaritesi nedeniyle talep edildiğini ancak kamu kurumlarının kırsal kalkınma projeleri kapsamında her bölgeye ve üreticiye bu keçileri dağıttıklarını, fakat yapılanın doğru olmadığını da öne süren Tölü, her yöre keçisinin özelliklerinin dikkatlice araştırılması gerektiğini de vurgulamaktadır. .
Görüldüğü gibi Türk’ün öz malı bilim bize yol göstermektedir.
Orman Mühendisleri Odasının yaptırdığı yol gösterici bir araştırmadaki yorum ve çözümleri de paylaşırsak;
“Kontrolsüz hayvan otlatmacılığının özellikle keçi otlatımının ormanlar üzerinde olumsuz etkilerini ve ormanlara verdiği zararların ne kadar büyük olduğu tartışılmaz bir gerçektir.
Ormanlık alanlar ağaç servetinin yanısıra hayvan otlatılmasına yönelik ot ve yem kaynaklarının da bulunduğu alanlardır.
Ancak olaya tek taraflı ve teknik bir yaklaşımla bakıldığında, işin kolayına kaçan kolaycı bir yaklaşımla ormanlarda hayvan otlatılmasının yasaklanması ve keçinin ortadan kaldırılması şeklinde bir yaklaşımın gerçekçi ve doğru olduğuna da inanmıyoruz. Bu nedenle koruma ve kullanma dengesinin iyi kurularak içersinde otlatmanın da bulunduğu sürdürülebilir bir ormancılık politikasının geliştirilmesinde yarar olduğuna inanıyoruz.
Bunun ise klasik planlama anlayışından farklı olarak, kırsal alan yönetimini de içine alacak şekilde, havza planlamasından geçtiği kanaatindeyiz. Çok yönlü faydalanma esasına dayalı bu bağlamda ormanlık alanlar ile birlikte, diğer tarım ve mera alanları da birlikte değerlendirilmek suretiyle yapılacak fonksiyonel planlama içinde otlatma planlarının da yapılması için yeni teknikler geliştirilmesine ihtiyaç bulunmaktadır.
Keçi popülasyonunun çok olduğu ve doğal ekosistemlerinin tahribine neden olduğu bölgelerde ise o yöredeki hayvan sahiplerine alternatif gelir kaynakları geliştirmek suretiyle keçi varlığının kabul edilebilir bir seviyeye düşürülmesi için gerekli çalışmalar yapılmalıdır.”
Orman Mühendisleri Odası adına; Ağaçlandırma ve Erozyon Kontrolü Genel Müdür Yardımcısı Orman Yüksek Mühendisi Hanifi AVCI tarafından hazırlanan bu araştırmanın sonuç bölümünü paylaştık.(http://b.domaindlx.com/omodergi/20052sy/kecisemp01.htm)
Fakat sonuç öncesi bu araştırmada yapılmış bazı değinmelerine de yer vermek konunun anlaşılması için bir zorunluluk:
Keçi, orman dip örtüsüne orman rejimine tabi alanlar içerisinde ağaç serveti taşıyan ağaçların ve çalıların yanında orman ağaçları altında ve orman içinde yetişen çoğu yıllık otsu bitkiler bulunmaktadır. Yem değeri bulunan bu servetin ulusal ekonomiye katkısı ancak otlatma ile mümkündür.
Kıl keçisinin yasaklanmış bulunduğu Fransa’da orman yangınlarındaki olumlu etkisi nedeniyle tekrar keçi beslenilmesinin arttırılması için yeni projeler geliştirilmektedir.
Sorunun çözümü nerelerde hangi hayvan türü ile ne zaman ve ne yoğunlukta hayvan beslenmesi ve otlatılması gerektiği sorusuna cevap verecek havza bazında yapılacak planlarının yapılması ve uygulanması ile mümkün olacaktır.”
“Ormanların ve meraların uzun dönemlerde otlatılmaya kapatılmasının biyolojik çeşitliliğin artmasına neden olmadığı bilakis zamanla azalttığı, otlatmanın kaldırılarak korumaya alınması bir sahada daha önce sahada mevcut bitki türlerinin gözle görülmesi ile göreceli bir artış meydana geldiği, zamanla hızlı gelişen ve orman karakterli bitkilerin zamanla sahaların işgal edildiği ve diğer türlerin bir kısmının ortadan kalktığı bilim çevrelerince ifade edilmektedir. Bu nedenle biyolojik çeşitliliğin devamı sahaların otlatmaya kapatılması ile değil, kontrollü bir otlatma ile mümkün olacaktır. Nitekim kıyılara birkaç km mesafede bulunan ve hayvan otlatmacılığı bulunmayan adalarda biyolojik çeşitliliğin daha az olduğu çalı ve diken cinslerinin alanları kapladığı görülmektedir.”
Aynı araştırmanın dikkat çekici bir başka saptamasındaki “…soğuk iklim şartlarına daha dayanıklı olan hayvanlar yaylalara daha erken çıkmakta ve daha geç dönmektedir. Bu nedenle yüksek kesimlerde erken otlatma nedeniyle, meraların ot veriminin azalmasında koyun otlatmacılığı daha çok zararlı olabilmektedir.” cümleleri aslında asıl zararlı olanın araştırmamak dolayısıyla bilgisizlik olduğunu vurgulayan, bilimsel öncülüğün zorunluluğuna dair cümleler olarak da okumak gerekmektedir.
Şükür ki 1970’lere doğru başlayan keçi düşmanlığı kendi bilimsel araştırmalarımızla mevzi kaybetmektedir. Bürokrasinin nasıl bilim dışı kaldığına bir örneği bizzat yaşamış bir kişi olarak bu bilgiyi de aktarmadan geçemeyeceğim.
1997 de yaz tatili için konakladığım Köyceğiz’in Hamitköy’ünde melez keçiler olduğunu öğrenip, gidip görmüştüm. Yıllar öncesi bir avcının yanlışlıkla vurduğu bir anaç yaban keçisinin oğlağının telef olmaması maksadıyla büyütüp, salmak üzere köyüne getirdiği o oğlağı sanırım bakım koşularının iyiliği nedeniyle erken olgunlaşarak beraber yaşadığı yöre halkının Mısır keçisi dediği keçilere döl aşılamıştı. İlk gördüğümde sayıları 7 tane sonraki yıl 13- 14 tane olan bu keçilerin fenotipi yaban keçisine benziyordu. O zaman bu yeni ırkın geliştirilmesini turistik restourant menülerine bir seçenek oluşturabilecek bir çiftlik ürünü kategorisine girmesi gerektiğini bir takım önerilerle birlikte keçilerin sahibi Hasan Acar’a bildirmiş ardından da bir gazeteye keçilerin görüntülerine ve benzer bilgileri vermiştim.
Birkaç gün öncesi internette çalışmalarını izleyip ulusal bir çalışmanın içinde olduğunu fark edip bir yurttaş olarak teşekkür borcu ödemek için arayıp telefonda tanıştığım Veteriner Hekim Cengiz Torun’a bu durumu da bildirdim. İlgisi üzerine konuyu araştırmak üzere bir takım telefon görüşmeleri neticesi aldığım bilgi dehşet vericiydi. Milli Parklar Müdürlüğünün baskısı neticesi ormana bırakılmışlardı.
Bu müdürlük iyi bir şey yaptığını sansın gerçek şuydu: Yaban keçileri arasına melez bir ırkı salarak yaban keçisinin gen havuzuna istenmeyen genleri dâhil etmişti.
Oysa bilimsel araştırmalar yoluyla yeni bir çiftlik ırkı elde edilebilirdi.
Sayın Torun’un ilk bilgilendirmemle başlayan anlamlı heyecanı ne yazık ki bu son bilgilendirmemle sönmüştü.
Muhtemelen verimli etçi bir keçi ırkına doğru bir adımdan Türkiye mahrum kalmıştı.
Ne yazık ki bürokrasinin bilimsel yatkınlığı olmayınca; hal böyle. Türkiye artık körü körüne yabancılardan alınan bilgiler doğrultusunda değil; kendi bilimini yaratmak, bilimsel kimlikli bir bürokrasiye ulaşmak zorundadır.
Bir dişhekimi olarak bu konuyla niçin bu kadar ilgili olduğumu sorgulayanlar olacaktır. Yanıtım bir hekim olarak insan sağlığı için çok önemli bir kaynaktan halkım ırak kalmasın diye olacaktır. Yurdumda kişi başına et tüketimi 8-10 kilograma doğru düşerken; doğurganlığıyla hızlı üretilebilen, yaşama kolay tutunan oğlaklarıyla, et ve sütünün yüksek protein değerleriyle keçi yetiştiriciliği ilk sarılacak can simidi. Hele www.yeşilçivril.com sitesinde rastladığım bir bilgi var ki keçi yetiştiriciliği için çok belirleyici bir tercih nedeni
“ Keçi, diğer küçükbaş hayvanlara kontrolsüzce verilen hormonlara karşı tepkilidir. Yani, koyuna yapılan hormon ölçüsüz biçimde hayvanın kilo almasının yolunu açar ama keçi için bu söz konusu değildir ve vücudu verilecek bu büyüme hormonunu kaldırmaz.”
Bir diğer tercih nedeni olarak giderek sık görülmeye başlanılan inek sütü alerjisini gösterebiliriz. Bir yaşına kadar bazen daha uzun süren bu alerji nedeniyle bu bebekler ve emziren anneleri için keçi sütünün bir seçenek oluşturmasıdır. Bu noktada bir hususa daha değinecek olursak içerdiği yağ oranıyla zaten diyet süt olan keçi sütü fazladan işleme tabi olmadan dolayısıyla değer kaybetmeden içilecek doğal diyet sütüdür.
Konuyla niçin bu kadar ilgili olduğuma dair bir yanıtım daha var.
Biz Türkler bu topraklara keçilerimizle geldik. Doğanın bu muhteşem yaratığı, bizim göç yoldaşlarımızdı. Kılından çadırlarda barındık .Tiftiğini giydik..
Bu topraklara yerleştik, köylümüzün sigortası oldular. Bebemize insan sütünden sonra en uygun gıda oldu, büyüdük. Hasta olduk şifa diye içtik. Keyiflendik rakımıza en güzel meze oldu en yoksul sofralarda peyniri. Çarık oldu derisi dağ taş yürüdük. Derisini şişirdik, sal yaptık, sular geçtik. Acıktık soframıza dilimlendi eti. Yürümeye başlayan her balanın oyuncağıydı oğlakları. Soframızdaydı eti ama hep sevdik. O ekmeğini taştan çıkaran yoldaşımızdı tarih boyunca. Türk, Türkmen, Yörük kültürünün bir parçası keçiler kırıma uğratılmak istenirken iyi düşünmek gerek değil mi?
Orman yangınları ve keçi düşmanlığı
Yazın gelmesini çok severim, ancak orman yangınları çıkacak diye de hep endişelenirim. Bu yaz bir tarafta ülkenin yükselen sıcak gündemi, diğer taraftan artan küresel düzeydeki kuraklık ve sıcaklar ile birlikte çıkan orman yangınları da hepimizi üzmektedir.
Bir tarım bilimcisi ve ekoloji gönüllüsü olarak bu yangına duyarsız kalınmaması gerektiğini düşünüyorum. 2008 yılı içinde şu ana kadar 642 orman yangını meydan geldi ve bu yangınlardan 18 bin dekar orman alanı yanmıştır. Orman yangınlarının bir çok nedeni var. Bir önceki yazımda da belirttiğim gibi çoğunlukla yüzde 95 oranında insandan kaynaklandığı artık resmi ağızlardan duyurulmaktadır.
TEMA Vakfı orman yangınları ile mücadele için alınması gereken önlemleri şöyle sıralamaktadır
» Yangın Eylem Planı Hazırlanmalı, » Bilinçlendirme Kampanyası Sürdürülmeli, » Erken Uyarı Sistemi Geliştirilmeli, » Erken Müdahale Yöntemleri Geliştirilmeli, » Hava Söndürme Araç Sayısı Artırılmalı, » Yanmayan Servi ve Akasya Gibi Ağaçların Dikimi de Önemli, » Yangın Emniyet Yolları Açılmalı, » Mesire Yerlerinin Yasaklanması Gündeme Gelmedir
Temelde insan faaliyetleri yanında, yanlış enerji hatlarının ormanlık alanlardan geçirilmesi de nedenler arasındadır. Şimdilik elektrik kablolarının geçirildiği alanlar temizleniyor. Doğrusu artık elektrik hatlarının yer altına taşınması bir çok yönden güven oluşturacaktır.
Orman yangın kuşaklarının oluşturulmaması, bunun için orman içinde belirli alanların oluşturulması ve yangının yayılmasının önlenmesi açısından önemlidir.
KEÇİLERİN YARARI
En önemlisi de orman diplerinin temizlenmemesidir. Orman diplerinin temizlenmemesi ve yapılan ihmaller yangınların hızla yayılmasına neden olmaktadır. Tabii bütün bunlar orman yönetimi açısından önemli stratejilerdir. Uzun zamandır yüksek yapılı bitkilerin kök biyolojisini çalıştığım için ağaca ve ormana ayrı bir ilgi duymaktayım. Tüm önlemlere rağmen doğanın kendi yöntemleri ve ekolojisine de dikkat edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Özellikle doğanın ve ekolojinin yasalarından biri de keçinin ekosistemdeki yeridir. Akdeniz bölgesinin orman yangınları bakımından diğer bölgelere göre daha az etkilendiği belirtilmektedir. Yangının nedenini tam olarak bilmiyoruz ancak Akdeniz bölgesinde meydana gelen yangınlar ile birlikte aklıma kıl keçilerinin varlığı gelir.
Orman yangınları söz konusu olduğunda konuyu bilen bilim insanları için hep akla keçiler gelir. Genelde keçiler orman için zararlıdır diye suçlu ilan edilir. Hatta bazıları için ormana zarar veriyor gerekçesiyle soyu tükensin diye fetva da verilmektedir. Ancak gerçeğin kendisi öyle değildir. Akdeniz maki bitki topluluğunun olduğu alanlarda belki daha eski olan tarihi kayıtlı bilgi ile MÖ 4000 yıllarından bu yana yaşadığını tahmin ettiğimiz Latincesi “Capra” İngilizceci “Ordinary Goat” olarak bilinen “kıl keçileri” doğanın bir parçası olarak varlıklarını günümüze kadar sürdüre gelmişlerdir. Bir yandan doğanın bir parçası olan keçilerin doğanın düşmanı ilan etmek doğanın diyalektiğine aykırıdır. Her türlü arazi koşullarına adapte olabilmesi ve manevra yeteneği yüksek olan kıl keçisi genelde düz ovada beslenmek yerine orman ve kayalık alanda beslenmeyi daha çok tercih etmektedir.
DOĞAYA SAYGI KEÇİYE SAYGI
Orman yangınları konusundaki en önemli yönetim, anlayışıma göre dip temizleme işlemidir. Bilindiği gibi keçinin otlandığı makilik Akdeniz ekosisteminde dip temizlemeden dolayı daha az yangın çıktığı da bilinen bir gerçektir.
Ülkemizde Akdeniz havzasında 100 milyon hektarlık alan kaplayan ve Akdeniz iklim tipinin ‘klimaks bitki örtüsü’ olan makiliklerin varlığını bugüne kadar taşımasında keçilerin varlığı da inkar edilemez. Keçinin hep maki bitki örtüsüne sahip ormanlar üzerinde baskı unsuru olduğu söylenir. Bu nedenle ormanların genç fidanlarını yok ettiği iddia edilir. Evet ormanların genç fidanlarına zarar verdiği doğrudur, ancak keçilerin olduğu ortamda ormanların varlığını günümüze kadar sürdürdüğü de bir başka geçektir. Ancak unutmamak gerekir ki orman yangınlarının neredeyse tamamına yakınının nedeni insan faktörü ve açılan alanların doğaya uygun olmayan baskı, yeni kesim, tarla açma ve kültür ormanı alanlarından kaynaklandığını belirtmek gerekir.
ORMANDA KEÇİ OTLATILMASI
Dünya bilim çevrelerinin önerdiği ve bizim orman bakanlığının da kabul ettiği “keçiler ormanların fahri dip temizleyicileri” ifadesi çok anlamlıdır. Keçilerin orman içinde yarattıkları seyreltme olayı ve açtıkları patika yollardan dolayı hem yangın çıkması ve yayılması engellenmiş olmakta hem de yangın çıkması olasılığında iç alanlara ulaşılmasında yarar sağlayan etkisi bulunmaktadır. Kemirgen ve selülozu yüksek bitkileri tercih eden keçiler makiliklerde bir tarafta dipte biriken otları temizlerken diğer taraftan ağaçları üst dallarını 1.5-2 m kadar tırmanarak besinlerini sağlarken doğal olarak ağaçları budayarak yangından korur. Keçinin olmaması durumunda diğer otlar gelişiyor ve yazın kuruyan otlar mercek etkisi yapan cam kırıkları nedeniyle yangına davetiye çıkarılmaktadır.
Özellikle makilikler arasında koridorlar açarak olası yangınları önlemeleri ormancılar tarafından benimsenmektedir. Keçilerin sürgünlerin olduğu dönemin dışında otlatılması bu konuda orman köylülerinin bilinçlendirilmesi ve ormanın sürdürülebilirliğinin sağlanması bakımından önemlidir. Özellikle vurgulanması gereken ‘kontrollü otlatma’ ve keçi yetiştiricilerinin bilinçlendirilmesi orman yangınlarının önlenmesi ve ormanların doğasına uygun korunması için yapılması yararlı bir işlemdir..
KEÇİ, EKOSİSTEM,YANGIN
Kaldı ki yangınlar çoğunlukla rantın yüksek olduğu müdahaleli alanlarda çıkıyor. Yeni veya yenilenen dikim alanları başta olmak üzere ekosistemin taşıyamayacağı ağaçlandırma alanlarında yangının çıktığını söylersek yanlış olmaz.
Maki bitki örtüsü kendi sürdürülebilirliği en yüksek olan bir bitki topluluğu olup yangın çıkması olasılığı daha az olan korumalı bir bitki örtüsüdür. Yarı kurak, uzun süren yaz sıcaklarının bulunduğu coğrafyalarda makinin kendini sürdürmesi başka türlü de açıklanamaz. Söz konusu alanlarda keçinin sistemden çekildiği durumlarda otsu türlerin çoğalması ile yangına hassas hale gelir ve alanların yangınla tahribatı artar. Nihayet bunun en açık örneği ülkemizin Akdeniz Bölgesinde Ege ve diğer bölgelere göre daha az yangın çıkmaktadır. Bu konuda ormancılar, toprak ve ekoloji bilimcilerinin ortak araştırma yapması çok yararlı olacaktır.
SORUN İNSAN KAYNAKLI
Son yıllarda doğal bitki örtüsüne ve binlerce yıllık adaptasyona rağmen bir üst Klimaks bitki örtüsünün sisteme alınması ile başlayan kültür ormancılığının toprak, besin ve su talebinin fazla olması nedeniyle hem başarılı olmamakta hem de yangına davetiye çıkarılmaktadır.
Bu bağlamda Orman Bakanlığına bağlı Ağaçlandırma Genel Müdürlüğünün konuyu yeniden dikkate alarak tek bitki yerine doğaya adapte olmuş bitki türleri zenginliğine dönmesi ve keçi ile maki bitki örtüsünün korunmalı duruma getirilmesi yararlı olacaktır. Bu bağlamda insanın doğaya müdahalesi durdurulmalıdır. Doğayı kendi haline bırakırsan doğa daha başarılı bir denge içinde yaşamını sürdürecektir. Doğa günümüze kadar aslan ve kaplan gibi geviş getiren hayvanları yiyerek beslenen hayvanlarla dengeyi bozmadığı gibi ağaçların fidanlarını yiyen keçiler de tükenmedi. Doğa kendi dengesini kendisi kurmakta ve ihtiyacı kadarını tüketmektedir. Asıl sorunu gözü doymayan, bir anda binlercesini yok eden insanda aramak gerekir. Doğanın yasalarının bilinmesi doğanın yönetilmesine büyük katkı sunulmasına yardımcı olacaktır. Bilmeden kulaktan dolma bilgiler ile yola çıkılması durumunda keçiler “günah keçisi” olurlar. Orman Bakanlığının keçi sayısını azaltması değil tam terinse artırması, orman köylüsüne destek çıkması ve koruması önerilmedir. Doğal alanların kontrollü keçi otlatmasına açılması, bölge çiftçisi ve köylülerinin geçim kaynağı olabileceği gibi, sağlıklı süt ve beslenmesi için de yararlı olacaktır. Keçiyi bilmeden düşman ilan etmeyelim, yararlı hayvanın hakkını verelim. İnsan olarak tahrip ettiğimiz, yakıp yıktığımız doğamızın zararını keçiye yüklemekten vazgeçelim. Doğaya ve keçiye saygı, insana ve ormana saygıdan geçer. Keçi ile uğraşmaktan vaz geçelim insanımızı duyarlı ve bilinçli duruma getirecek süreçlere taşımanın yollarını arayalım. Güzelim ülkemizin doğal kaynaklarını doğru tanıyalım, ekolojimizi iyi koruyalım, sürdürülebilirliğin ilkelerine değer verelim. Ülkemizin eğitimli insanlarının orman yangınları konusunda biraz daha duyarlı olması, çevresini başta sigara izmariti, şişe ve diğer mercek etkisi yaratacak materyalleri ormanlık alana atmamaları konusunda toplumun eğitilmesi ve uyarılması yararlı olacaktır. Hepimiz bu coğrafyanın her yönden yaşanılabilir olmasından sorumluyuz. Küçük çıkarlarımız için değil, güzel geleceğimiz için üzerimize düşen sorumluluğu yerine getirelim.
Kıl keçisi,kıl keçileri,kara keçi,kara geçi,kıl geçisi,keçi kılı,kurbanlık keçi,keçi eti,keçi sütü,keçi orman tartışması,keçi ormanı yemez,keçi ormanı yok etmez insan yok eder,keçi çobanı,keçi oğlağı,keçi ağılı,keçi merası,saanen merası,saanen keçisi,zana keçisi,zaanen keçisi,saanen keçi projesi,kıl keçisi çebiçi,yayla,toroslar,yörükler,keçi yemliği,keçi sayası,keçi yatırımı,damızlık kıl keçisi,damızlık kıl keçisi tekesi,damızlık kilis keçisi,damızlık halep keçisi,damızlık saanen keçisi,damızlık tiftik keçisi,damızlık norduz keçisi,damızlık honamlı keçisi,damızlık gürcü keçisi,damızlık abaza keçisi,damızlı norduz keçisi,damızlık maltız keçisi,satılık kıl keçisi,kaşmir,keçi kılı kaç lira,orman bakanlığı,çevre ve orman bakanlığı,orman bölge müdürlüğü,or köy,ormancılık koperatifleri,orman köylüsü,orman yangını,ateş,orman kesimleri,fidanlık sahası,fidan dikimi,orman muhafaza memuru,orman mühendisi,çam ağaçı,makilik,fundalık,yangın,sigara,piknik ateşi,yörükler,göçebe,göç,yörük,saanen keçisi ençok ormanı yiyen keçidir,kıl keçisi orman dostudur.odun,tomruk,yakaçak,ağaç,çalı,kilis keçisi,honamlı yörükleri,norduz keçisi,şam keçisi,halep keçisi,damascus keçisi,damascus goats,küçükbaş hayvancılık.
Keçi Kılı ,Yörük Çadırı,Kıl Çadır,Kaşmir,Goat hair,Goat hair tent,Cashmere,halep keçisi ne kadar süt verir,halep keçisi barınakları,halep keçisi bakımı,halep çiftliği,halep keçi çiftliği,halep keçisi beslenmesi,halep keçisi bolu,halep keçisi izmir,hatay halep keçisi antalya,halep keçisi gaziantep,halep keçisi kilis,halep keçisi kütahya,halep keçisi ,halep keçisi,halep çiftliği ,satılık halep oğlak,satılık halep,halep satanlar,sahibinden halep keçisi,halep keçisi satılık çiftlikten,halep keçisi satış,halep keçisi kaç para,halep keçisi kaç kilo(kg)süt verir,halep keçi kaç litre(lt) süt verir,satılık halep keçihalep keçisi fiyatları 2011,halep keçisi özelllikleri,halep yetiştiriçiliği,halep keçisi fiyat,halep keçisi resimleri,halep keçisi fotoğrafları,halep keçisi satılık,satılık halep keçisi,şami keçisi,şami oğlak,şami keçileri,şami keçisi süt verimi,şami keçileri,damascus goats,şami keçisi fiyatları,saanen keçisi,keçileri,saanen fiyatı,saanen keçi satanlar zana fiyatları,çebiç teke hakına,oğlak satışları,boer keçisi satılık,boer keçileri
Leave a Reply